hesabın var mı? giriş yap

  • uzun ince bacaklara sahip ve yine esnek uzun bir boynu olan genelde pembe tüylü hayvanlardır..tüylerinin pembe olması yedikleri yiyeceklerin karotin oranına gore degi$ir,az veya yetersiz beslenen flamingoların ten rengi genelde beyaz ile pembe arasında olur..

  • adamlar gittikçe abartmaya basladı..

    geçenlerde yazdığım bir mailin içinde "ekledim" kelimesi geçiyordu. send tusuna bastım ve karşıma bir uyarı çıktı;

    "merhaba ....
    yazdığınız mailin içince -ekledim- kelimesi geçiyodu ama siz bir dosya eklemediniz.
    herhangi bir dosya eklemek ister misiniz?"

    yahu kendimden şüphe ettim, nasıl bir uyarı, nasıl bir algılama katsayısı..

  • sanırım erkekler için geçerli olabilecek en özgür an arabaya atlayıp istediğin yere gidebilme özgürlüğüdür. at şart yani. deh!

  • 11 yıl olmuş burada yazmaya başlayalı. birçok insanla tanıştım, çok yazdım, çok okudum ve en önemlisi çok şey öğrendim.

    bence öğrendiğim en önemli şey özetle şu: "el sikini görmeyen kendindekini keser sapı zannedermiş."

    bir konuda çok heyecanlandığımda, o konuyu bir tek kendim bildiğimi ya da en iyi bildiğimi sandığımda ekşi sözlük'e bakıp boyumun ölçüsünü aldım. benim bilmediklerimi bilen, bildiğimin farklı yönlerini bilen ya da konuyu hiç anlamadığımı hissettiren o kadar çok entry gördüm ki. rahatladım artık, keser sapımı çıkarıp çıkarıp göstermiyorum.

    bu rahatlığa da alıştım üstelik. biri saçma sapan bir şeyler yazdığında, nasılsa daha çok bilen, daha doğrusunu bilen, bunu daha düzgün anlatan birinin gelip düzelteceğinden, uyaracağından, doğrusunu yazacağından (ya da belki çoktan yazdığından) o kadar eminim ki, sallamadan geçiyorum. bu da güzel bir şey.

    gel gör ki bu günlük hayatıma da yansıdı. bu aralar kafamı yoran bu. yeni insanlarla, hele de ekşi sözlük dışından insanlarla diyaloga girmekte zorlanabiliyorum bazen.

    misal biri heyecanla bir şey anlatmaya başlıyor. bi şey öğrenmiş, bi şey fark etmiş ve çok emin ortamdakilerin bilmediğinden. hani bakıyorsun, troll de değil. bütün içtenliğiyle anlatıyor. uzun metrajlı çaylak entrisi gibi. bitmiyor da. konuşuyor, konuşuyor, sonra birileri katılıyor, konuşuyorlar, konuşuyorlar... kimse gelip gazlarını da almıyor. o aslında öyle değil ya da onun bu boyutu da var diyen kimse çıkmıyor. alışmışım ya, bekliyorum ben de. sonra dinlemeyi de bırakıyorum.

    yaşın ilerlemesinden kaynaklanabileceğini de düşünüyorum bazen, ama yok. o bahsettiğim ortamlardaki insanlar da aynı yaşta. eee?

    üstüne bir konuda bir şey anlatma heyecanıyla dolduğumda, bunu hemen buraya yazıp rahatladığım gerçeği de var. fıldır fıldır dolanmıyorum, kimi yakalasam da kime anlatsam diye. ben burada anlatıyorum. anlattığım birinin ilgisini çekerse okuyor, çok ilgisini çekerse mesaj atıyor da üstüne konuşuyoruz. hiç ilgisini çekmeyen bakmadan geçiyor. sırf bir şeyi anlatmak için yanıp tutuşuyorum diye kimsenin zamanını almıyorum, kimseyi bıktırmıyorum... ama gel gör ki artık kimseye de bir şey anlatmıyorum.

    bir sonuca vararak bu entriyi bitirmeyi çok isterdim. ama açıkçası ben de sonucu bilmiyorum.

    e onu yapamadıysam başka türlü bitireyim: bunca zamanda farklı birçok konuda keser saplarını buraya koymuş ve gazımı almış herkese teşekkür ederim.

  • kilometre
    kilogram

    bu kelimelerdeki kilo ney lan dedim yıllarca.
    şu an o aydınlanmanın hazzını yaşıyorum;

    yunanca hiliôs (kilios veya hilya diye okunuyor da olabilirmiş) 1000 demek. ordan geliyormuş la.
    1000 metre =kilometre
    1000 gram= 1 kilo

    yaşadığım hissi aktaramadığımı hissediyorum.
    bi de şunu deniyim;
    vay amk

    hah.

  • basketbolun oynandığı ilk zamanlar her yerden atılan basketler 2 sayı olduğundan basketbol tamamen uzunların hegemonyasında bir oyunmuş. daha sonraları kısalarda basketbol oynayabilsin ve kısalarıda teşvik edebilmek amacıyla 3 sayı kuralı getirilmiş.

    hey gidi günler hey. bizim zamanımızda basketbol topu mu vardı lan. kutu kolayı ezip potaya atardık. sektirip gibi yapmazsan steps oluyordu. bazen top pardon kutu, kalırdı potada direği sallardık. içeri düşerse yine sayı olurdu. o dönem zaten onunla 3 sayı atabilen direkt darüşşafaka da idmanlara çıkıyordu. blok yaptığım bi arkadaşın kafası yarılmıştı, sonra o arkadaş ailesi tarafından draft edildi. basketbol topu almışlardı.
    sitrıtbol havası yakalamak için arkadaşın biri teyip getirmişti. küçük ibo eşliğinde az pota altı mücadelesi vermedik.

    şuan elimde kutu kolam enbiyey finalinin tekrarını izliyorumda çoh duygulandım lan. lebran ceyms söyle bakalım şimdi sen mi büyüksün ben mi...

    ay lav tis geym.

  • bazen "şimdi sıçtık" diyebileceğimiz durumlarda bile bardağın yarı dolu olabileceğini ve böyle durumları kendimiz için olumlu duruma çevirebilecegimiz gerçeği. ornek içinde biraz çakallık var ama olsun... temsili.

    sene 1912. amerika’nın meşhur başkanı theodore (teddy) roosevelt’i, 2. kez başkan seçmek için, seçim kampanyaları tüm hızıyla devam ediyor. roosevelt’in kampanya müdürü george walbridge perkins, seçimler için bir broşür hazırlatır. broşürün kapağında ise theodore roosevelt’in güzel bir fotoğrafı vardır. amerika’nın her bir köşesine gönderilmek üzere 3 milyon adet broşür basılır. postaya verilmesine birkaç dakika kala, george’un gözüne, broşürün kapağında yer alan fotoğrafın altındaki küçük bir yazı ilişir: moffett stüdyosu, şikago.

    george’un başından kaynak sular dökülür bir anda. "şimdi sıçtık" der. 3 milyon adet broşürde yer alan fotoğrafın telif haklarını şikago’da bulunan bu küçük stüdyo elinde tutmaktadır ve kampanya çalışanlarından hiç kimsenin aklına, bu stüdyodan izin almak gelmemiştir.

    sorun, eğer, stüdyonun sahibi telif haklarına dayalı bir dava açacak olursa, theodore roosevelt, kullanılan her fotoğraf başına 1 dolar ödemek zorunda kalacak olmasıdır. kampanya içinde önemli bir yeri olan broşürün, çöpe atılıp (3 milyon adet) ziyan edilmesinin de doğru bir davranış olmayacağına karar veren george wallbridge perkin, hemen telgrafın başına geçip, şikago’daki stüdyoya şu mesajı gönderir:

    "biz, roosevelt’in başkanlık seçimleri için, kapağında senin çektiğin fotoğrafın yer alacağı, 3 milyon adet kampanya broşürü basmak istiyoruz. bu senin stüdyon için büyük bir tanıtım fırsatı. bize, fotoğrafını kullanmamız için ne kadar ödeyebilirsin?"

    stüdyodan aynı gün içinde cevap gelir:

    "şimdiye kadar hiç böyle bir tanıtım çalışması yapmadık ve bu bizim için büyük bir fırsat ama biz, yalnızca 250 dolar ödeyebiliriz!"

    bardak yarı dolu mu, yarı boş mu? tartışması aslında bu örneğin altında yatan ana olay. birçok şirket/kişi, içinde bulunduğu kötü durumu “felaket” olarak adlandırırken, bazıları ise, içinde bulunduğu her durumu, bir “fırsat” olarak görebiliyor ya da “felaket” yönetimini o kadar ince planlayıp, güzel uyguluyor ki, her “felaket” onlar için bir fırsat haline dönüşüyor.

  • başlığın son 1-2 günlük gündeminin özeti:

    i. bir aklıevvel facebook'ta hacla alakalı okuduğu bir safsatayı burada paylaşır, ardından debe'ye girer, okuduğunu sorgulama güdüsü yetersiz olan yüzlerce kişi tarafından favlanır. (bkz: #51344940)

    ii. aynı başlık altında birkaç yazar ilgili entry'nin yanlışlığına dikkat çeker. (bkz: #51353565, #51367196, #51367592, #51367775 ve #51368644) bu ana kadar olanlar, bir deli kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkaramamış şeklinde özetlenebilir (bu atasözünün "taş atmak" eylemini içermesi tamamen tesadüfi, eheh). bu ana kadar olanlar bu başlıkta hep yaşanageliyor ve çok sıkıcı bir döngü.

    iii. ancak tam da bu sırada meseleyi tamamen yanlış anlayan bir başka yazar heyecanla söze girer ve sanki en başından beri tartışılan konu, haccın modern versiyonunun barındırdğı çelişkilermiş gibi "hayvanların yok yere katledildiği de mi yalan? söyleyin bana, bu da mı gol değil?!" diyerek akıllara durgunluk verici bir çıkış yapar. (bkz: #51369553)

    lan oğlum, ben de ateistim ama sizlerin bilhassa bu son yaptığı düpedüz mallık. tüm bu tartışmaların başlamasına sebep olan soru, haccın akla uygun bir uygulama olup olmadığı, tanrının var olup olmadığı ya da arapların ruhlarını kapitalizme satıp satmadıkları değil. mesele dezenformatif bir entry'nin, sözlüğün ideolojik tabanına şirin gelmesi sebebiyle sorgulanmaksızın doğru kabul edilmesi. işbu ayrımı yapamadığınızdan dolayı da sizleri yeniden ilkokul sıralarında görmek istiyoruz.

  • çoğunluk kendi mesleğini yazmış. bana bi' gülme geliyor.

    yıl 2020. yapay zeka, çeşitli libraryler ile şu an bile kendi kaynak kodlarını geliştirebiliyor. adam da gelmiş inşaat mühendisliği yazmış.

    (bkz: yazık kimin çocuğuysa)

  • ben hiç panik yapmıyorum, kafam rahat. şu an keriz silkeleme yapılıyor bence. 1.5 dolar seviyelerinde birkaç gün dolaşıp tekrardan 150 dolar, ordan da 300 dolara kadar yolu var. grafik öyle görünüyor. grafik tasarım mezunuyum.