hesabın var mı? giriş yap

  • 19 ocak 1941’de texas’ta dünyaya geldi janis. doğduğu kasabada kimsenin gözüne batmadan yaşadı uzun bir süre. folk ve blues dinleyen genç janis kasabada yaşayan diğer blues meraklılarını keşfetmeye başladı zamanla ve her şey birden değişti. artık sessiz sakin janis yerine dilinden bessie smith, odetta parçaları eksik olmayan, her zaman uykudan yeni kalkmış gözlerle etrafı süzen çiçek kızdı o.

    olan bitenden haberdar, sözünü sakınmayan janis siyah hareketini de desteklemeye başlamıştı. siyahi gırtlağını kanatıncaya değin bağırdı onlarla, onların hakları için. beyaz leke dediler o dönem janis’a. 1961 yılında okuduğu kolejden eve dönüş yaptı janis. artık hippie olmuştu o, içki içiyordu, içine kapanık olduğu dönemin en ayyuka çıkan tarihi 1961 yılında nasıl olduysa çevre rahatsız oldu o’ndan.

    los angels’a kaçtı çalışmayı bahane ederek, çalışmadı tabi. hippie’lerle olmak o’na büyük bir zevk veriyordu. 1962 yılında gırtlağında blues nağmeleri kadar rock nağmeleri de duyulmaya başlandı. tabi ki yakın çevresince. henüz bir iki seslendirmeyi göz önünde bulundurmazsak janis sesini duyurmamıştı.

    walter creek grubuna dahil oldu hemen, katıldıkları bir yarışmada derece aldılar. janis’ın hayatını değiştiren bir olay oldu bu. dereceye girmekten ziyade o gün sesi keşfedildi. keşfeden bir plak şirketi sahibi değildi ama o dönemde bir şirketten fazlasını verecekti janis’a.

    1963 yılının kışında janis ve chet san francisco’da soluğu aldı. janis barlarda şarkı söyleyen, alkol ve uyuşturucuyu bolca kullanan, aç kalan bir hippie olmuştu artık. bu nokta chet janis’a ne yapmıştı? iyilik mi, kötülük mü? janis’ı şu an dinleyebiliyor olmanın bendeki hazzı ‘iyilik tabi’ diyor. nitekim bir süre sonra chet janis’ın menajeri konumuna gelmişti ve big brother & the holding company ile yollarını birleştirmişti. tabi işler okunduğu gibi hızlı ilerlemiyordu. san francisco macerasının sonunda çok yorulan janis port arthur da yaşamaya başlamıştı. chet o’nu bir türlü geri dönmesi için ikna edemiyordu. sonunda arkadaşını (travis) yolladı ve janis’ı san francisco’ya getirtti.

    janis bir çöküntü yaşıyordu o dönem, her şey ters gidiyordu hayatında ve kullandığı zararlı maddeler iyice soldurmuştu janis’ı. big brother & the holding company elemanları karşılarında süklüm püklüm, şişko, folk kültüründen kopmuş bir taşralı kız görünce başta james gurley (gitar) olmak üzere grubu etkileyemedi.

    mikrofonu ele geçirince kabuk değiştiren janis görünüşte iyi not almasa da artık grubun solistiydi. 1967 yılında monterey pop festivalinde adını iyice duyurdu janis. grubuyla aldıkları albüm teklifi üzerine çalışmaya başlamışlardı ve sonuç 1967 yılında grupla aynı adı taşıyan albümün raflara yerleşmesiyle janis adı bilinir oldu. big brother & the holding company 12 parçadan oluşan ve bence müthiş bir albümdür. çünkü janis albüme tüm nefretini kusarcasına katmış yorumunu. kayıt bu günün şartlarında yetersiz tabi ama ruhu her şeyi silip atıyor. bye, bye baby, easy rider, call on me, women is losers ve down on me albümün dişe dokunur hitleridir bence. blues-rock kasırgası bir müddet height-ashbury caddesinde esti. çoğu müzikle ilgilen kişilerin stand açıp akşama içki parası kazandıkları cadde down on me ile inliyordu.

    1967 yazının başlarında big brother & the holding company montreux festivali’nde sahne aldı ve artık plak şirketleri tarafından resmen görücüye çıkmış bir grup olarak ele alındılar. columbia records’un teklifini kabul etti grup. chet’in yerine albert grossman geçti ve grubu pazarlamaya başladı. yeni albümün kayıtlarını tamamlar tamamlamaz new york’tan döndü grup. janis üzerine artık herkes büyük konuşmaya başlamıştı. sesi dinleyicilerince beleş mal olarak adlandırılıyordu.

    yeni albüm cheap thrills adıyla çıktı. 11 parçadan oluşan bir blues-rock klasiğidir bence bu albüm. içinde barındırdığı parçalar heavy metal tarihinin unutulmaz parçalarından farksızdır. best of niteliği taşıyan albümün baştan sona hitle dolu olduğunu düşünürsek birkaç parçanın adını yazarak geçsek ayıp olur. bu yüzden ben tüm şarkıların adını yazmak istiyorum ve eğer hala janis joplin’in sesiyle tanışmadıysanız bu albümle başlamanızı öneriyorum. combination of the two, i nedd a man to love, summertime, piece of my heart, turtle blues, oh sweet mary, ball and chain (benim en sevdiğim parça bu…) , road block, flowert in the sun, cartch me daddy ve macig of love…

    kısadan geçeceğim albümleri ama bir ara tek, tek yorumlamayı istiyorum. albümün hemen ardından olanlar oldu, artık blues-rock dinleyen herkes janis’ı tanıyordu. yani ipler artık janis’ın elindeydi. konserler hızla sürüyorken janis grubundan ayrıldı ve yeni bir grup kurmak için çalışmalara başladı. bu aynı zamanda janis’ın sonunu hazırlama girişimiydi. big brother & the holding company disiplinli bir gruptu ve janis onların yanında ister istemez çalışmalarını aksatmadan hayatını sürdürüyordu. ipler janis’ın elindeydi ve o’nun la çalışmak için bir çok müzisyen aday olmuştu.

    kozmic blues band kuruldu. sam andrew, brad champbell, carnelius flowers, richard kermode, gabriel mekler, moury baker, lonnie castle, roy markowitz, terry clements ve luis gusco grupta yer alan isimler oldu. konserlerin ardı kesilmiyordu ve her konser sonrasında müthiş kayıtlar bırakıyordu. 1969 yılında yeni grupla i get dem ol’ kozmic blues again mama kaydedildi. albümden öne çıkan parça sayısı bir önceki albümle kıyaslanınca pek iç açıcı değildi ama janis’ın sesi her şeyi kotarmaya yetiyordu. kozmic blues, try, maybe, as good as you’ve been to this world iyi parçalardı.

    konserler hızla devam etti, janis artık ciddi bir problemle karşı karşıya kalmıştı. uyuşturucu bağımlılığı. bu yüzden yavaş, yavaş terk edilmeye de başlandı. çevresinde dostlarından ziyade yiyicileri gözükmeye başladı.

    1969 yılı woodstock demek oluyor bizim için. değeri döneminde ne derece bilindi tartışılır ama her geçen sene sahnesinde ağırladığı isimlerle birlikte devleşiyor. janis’ta woodstock’ın tozunu yutanlardan oldu. aslında çamuruna bulananlardan demek daha doğru olur…

    1970 yılı janis için bir çok şey içeriyordu. yeni bir grup, yeni bir albüm, yeni konserler, yeni acılar ve yeni son…

    full tilt boogie band ile yoluna devam etti janis. ciddi bir tanınmışlık söz konusuydu artık. pearl albümü çok kısa bir sürede kaydedildi, kayıtlar yine los angeles’ta yapıldı. albüm resmen bir veda kokuyordu ki içler ürperten. janis parçalarının çoğunu yaşamına giren insanlar için hazırladığını dile getirdi. move over, cry baby, half moon, mercedes benz, tell mama, little girl blue… son iyice yaklaşmıştı… oysa basın janis’ın bulunduğu noktanın önemine takılmış artık kimlerle yarışabileceğini ele alıyordu. janis ise hazırladığı albümün ardından ailesinin yanına gitmişti. son günlerini yaşıyordu.

    hollywood’da bir otelde öldü janis… aşırı uyuşturucu ölüm nedeni olarak geçti dosyaya. hayalleri yoktu artık hippie kızın. hızlı yaşamak genç ölmeyi şart koşuyordu o yıllar. jimi hendrix öleli kaç gün geçmişti ki! yüreğinde ne şarkılar götürdü acaba… devleşti ölümünün ardından diğer isimler gibi. hayat ona en büyük hediyesini ardından sundu. kim bilir belki jimi, janis ve jim bir blues-rock grubu ile oraları inletiyorlardır. belki de tanrının iyi müziğe ihtiyacı vardı…

  • şimdi televizyonda avrupa basının yorumlarını, özellikle ingiliz basının kendisine yüklenmesini seyrediyorum da her şey bir yana şunlar geliyor aklıma; "lan biz senelerce kıt kanaat kupalara katılıp sikilip, sokulduk afedersin. hakemlerden çektik, ezdiler büzdüler. hakan ünsal'a rivaldo yüzünden tereddütsüz gösterirken kartı ya da ne bileyim avrupa şampiyonalarında oynatacak adam bulamazken iyiydi di mi. roma'da sopa yiyip bile geldi türk takımı. finalde hagi'ye kartı zart diye gösterirken adams'a bi sikim göstermemişlerdi falan. yanisi senelerce bize soktular çıkardılar şimdi sıra bizde lan. bunu da cüneyt çakır sağladı. sağolsun varolsun."

    diye anlık düşünmedim değil yani.

  • ispanyollar takimlarini 18 yasindaki ricky rubio'ya, sirplar 19 yasindaki milos teodosic'e emanet edince bokunu cikarmiyor da bizim cedi 19 yasinda gucsuz bir kadroyla geldigimiz bir turnuvada 10 dakika sure alinca biz bokunu cikariyoruz, he. sonra niye biz oyuncu yetistiremiyoruz. sporu yoneten adamlar da buradaki vizyonsuzlarin bi cesidi oldukca daha cok dizimizi doveriz ya neyse, biraz adam olacaz sanki.

    konuya gelelim, bu cocuk canavar gibi bir uzun rotasyonu olan yeni jenerasyonumuza ilac gibi gelecek, daha fazla oynasin, daha fazla tecrube kazansin, bize cenk akyol'u ender aslan'i falan unuttursun artik. hadi bakim padawan. (star wars esprisi yapmayani vuruyorlar)

  • forveti burak yılmaz olan takımın taraftarlarının, ofsayttan ustaca kurtulan forvet görünce devrelerinin yanmasını sağlayan maç..

  • moruklar yunanistan'da yaşıyorum biraz da benim (yunan vatandaşlarının) gözünden anlatayım durumu. şöyle ki, yunanistan'ın kriz yaşamasının en büyük sorumlusu eu'nun ta kendisi. neden diye soracak olursanız, 20 yıldır yunanistan'ın parayı neye harcayacağını belirleyen zaten eu. almanya baba bize dedi ki, sizin nüfusunuz zaten az, üretim yapmayın biz zaten üretimin babasını burada yapıyoruz, siz turizme yoğunlaşın gerisini biz hallederiz. eu'nun da mantığı zaten budur, herkes iyi olduğu konuda uzmanlaşsın, sonra ne varsa paylaşalım aramızda, sanki büyük bir aileymişiz gibi, hepimiz refah içinde yaşayalım.

    sonra neden işler kötüye gitmeye başladı derseniz, küresel sorunlar da bu sorunun cevabı olur. usa eski ivmesini kaybetti, eu eski ivmesini kaybetti, parayı sıkalım dediler, sıktılar ama çözüm olmadı. almanya, fransa vs kendilerini yaşanan küresel durgunlaşmadan kendilerini koruyabilir çünkü ekonomileri üretime dayanıyor. olan yunanistan'a oldu, ispanya'ya oldu, italya'ya oldu. bu üçlü arasında da en güçsüz yine yunanistan haliyle şu an bu haldeler. eski dostları posta koydu, haliyle yeni başgan sinirleniyor bu duruma kabul etmek istemiyor haklı da. bu yüzden yunanistan'ı eu'dan bağımsız olarak ele almak yanlış olur, 20 yıldır yediler paraları çatır çutur demek yanlış olur. hani nasıl türkiye'nin politikalarını batı belirliyor ya aynı şekilde yunanistan'ın da öyle.

    kısaca yaşanan küresel durgunluk ya da kriz adına her ne diyorsanız, bunun eu ayağını yunanistan'a kilitlemeye çalışıyorlar ama çipras başgan bunu yemez "r" de yapmaz. çünkü yunanistanın eurodan çıkışı eu'nun sonu olur, bunu hem yunanistan biliyor hem diğer eu ülkeleri. zor bir dönemden geçiyor yunanistan ve bu dönem epey bir süre de devam edecek gibi.

    halkın durumunu merak ediyorsanız ondan da biraz bahsedeyim. eski alışkanlıklarından hafiften vazgeçmeye başladılar ama hafiften diyorum çünkü hala cafe'ler eğlence yerleri dolu, işten 4-5 gibi çıkıp tsipouro'sunu içip takılıyorlar bütün gün, aktivitelerini de bir güzel yapıyorlar, hayat kalitesi çok az düştü diyebilirim. sorun gençlerin işsiz olmasında, ailesinden pek yardım göremeyenler çalışmaya gidiyor diğer eu ülkelerine ki bu o kadar da büyük bir mesele değil çünkü işçi göçü değil bu. ayrıca eu ülkeleri arası vasıflı çalışan hareketi popüler ve normal karşılanan bir durum.

    türkiye'de günde 10-12 saat çalışıp, yunan halkıyla aklınca taşşak geçmeye çalışan kesim ise cidden çok komik. nedenini anlatmaya çalışırım ama anlamazlar. sadece gidip 1 hafta bile olsa yunanistan'ın her hangi bir yerinde vakit geçirmelerini öneriyorum. o zaman anlarlar ve kendi hayatlarını düşünüp kötü hissedeceklerine de eminim.

  • ertem sener: hocam ne dusunuyorsunuz dick advokat hakkinda?
    ahmet cakar: buyuklugunu dusunuyorum
    rok: ooooooooowwwwwww. kac cm mi demek istediniz hocam?
    ertem sener: yav konuyu hemen nereye cekiyorsunuz.
    rok: e ama oyle demeye getiriyor
    sinan engin: neyse konuyu cok uzattiniz kapatalim.
    rok: e konu uzun ihihihihih
    ahmet cakar: beyler cok tehlikeli bir sezon yasayabiliriz. rikering, dick baska baska cagrisimlar yasatiyor bana ve bundan tedirgin oluyorum
    abdulkerim: ben anlamadim ki simdi santimetrelerle mi olcecegiz hocanin buyuklugunu
    sinan engin: dm atmayin bak cok kizmaya basliyorum
    ertem sener: mahmood kafe icelim acilalim

  • 1939 yılında almanya’nın polonya’ya saldırmasıyla (bkz: polonya 1939/@anglachelm) başlayan 2. dünya savaşı 6 yıl boyunca avrupa ile birlikte dünyayı muazzam bir savaş alanı haline getirmişti. bu savaşta milyonlarca insan öldü. ancak 1945 yılının şubat ayında nazi almanya’sının mağlup edileceği kesinleşmişti ve müttefik kuvvetler çoktan gelecek planlarını şekillendirmeye başlamıştı. çünkü barış pazarlığı asıl bu sıralarda; yani savaş halen devam ederken yapılacaktı. bundan dolayı josef stalin, franklin delano roosevelt ve winston churchill barış görüşmeleriyle ilgili bir araya gelmeye karar verdi. bu görüşmelerin yapılacağı yer ise sovyetler birliğinin güneyinde küçük bir tatil bölgesi olan yalta şehri olarak belirlenmişti. işte bu üç dev kırım’ın yalta şehrinde tüm zamanların en büyük konferanslarından birisinde harp sonrası dünyanın durumunu belirleyecekti. bu üç büyük savaş galibi ülke lideri 4-11 şubat 1945 tarihileri arasında gerçekleştirilecek konferansta karşıt menfaat ve ideolojileri gereği acımasız bir mücadeleye girişeceklerdi. bu görüşme hepsinin bir araya geldiği son sefer olacaktı. bu konferans kısa süre içerisinde dünyayı yeniden şekillendirecekken, her bir lider kendi kaderinin hayati bir aşamasında bulunmaktaydı.

    3 şubat 1945 tarihinde gece havalanan ingiliz ve amerikan uçakları 7 saatlik bir uçuş sonrası kırım’ın saki havalimanına indi. uçaktan inen winston churchill çok gergindi ve hastaydı. ancak ingiliz başbakan hasta olsa dahi tarihte yeni bir sayfa açmaya hazırlandığı için mutluydu. birleşik devletler başkanı roosevelt ise çocuk felcinin etkisinden dolayı yorgundu. konferansa katılacak ülke delegeleri ve askerler ise pistte ayaküstü sohbet ediyordu. yalta konferansına katılan çoğu diplomat günlük tutmuştur. dolayısıyla zamanla bu günlükler ortaya çıktıkça veya ifşa edildikçe yalta konferansında neler yaşandığı ve resmi tarihte yer almayan birçok detayda bilinmektedir. stalin ise saki havalimanına gelerek bu önemli konuklarını karşılamaya gelmemişti. tabi bu davranışı güç oyununda hesaplanmış bir hareketti. uçaktan inen roosevelt ve churchill’i karşılayan ise stalin’in sağ kolu dışişleri bakanı viaceslav molotov'du. roosevelt çocuk felcinden dolayı artık yürüyemiyor ve tekerlekli sandalye ile seyahat ediyordu. dolayısıyla bu karşılama törenine roosevelt bir araç içerisine alınarak katıldı ve churchill aracın yanında yürüyerek roosevelt'e refakat etti. ingiliz bürokratlar için bu durum çok yadırganmıştır. bu tuhaf sahneden etkilenen churchill'in doktoru lord mooren durumu şu şekilde protesto etmiş ve günlüğüne şu ifadeleri geçmiştir:

    ''tıpkı eskiden hintli bir hizmetkarın, kraliçe victoria'nın faytonuna eşlik etmesi gibi başbakan churcihll’de, roosevelt'in yanı sıra bu şekilde yürüdü. bu kabul edilebilir bir durum değildi. böyle bir durumda churchill’inde arabayla karşılama törenine katılması gerekirdi.''

    aslına bakılacak olursa savaş halen devam ediyordu ve ingiltere imparatorluğunun eski görkemi süren bu savaş yüzünden çoktan yok olmaya başlamıştı. amerika birleşik devletleri ve sovyetler birliğinin bu asrın yükselen mutlak güçleri olduğu aşikardı. dolayısıyla yalta konferansı bir bakıma churchill'in hayatta kalma mücadelesi olacaktı. yalta şehri saki havalimanından 150 kilometre uzaklıktaydı. fakat yolların durumunun kötü olması ve fazla virajlı olmasından dolayı yolculuk neredeyse 5 saat sürdü. bu yolculuk roosevelt için hayli sıkıntılı geçti. çünkü roosevelt felçli olduğu için sırtını destekleyecek ve kullanamadığı bacaklarını sabitleyecek yastıklar kullanmak zorunda kalmış ve bu durum başbakanın oldukça rahatsız bir yolculuk geçirmesine neden olmuştu. savaş avrupa kıtasında halen devam ettiği için yalta yolu çok iyi korunmaktaydı ve sovyet askerleri tarafından her metresi gözetim altındaydı. ayrıca bu koruma önlemleri, dahilinde 160 savaş uçağı devamlı devriye geziyor ve her 300 metrede bir askerler görevlendirilmişti. roosevelt ve churchill yol boyunca harap olmuş köy ve kasabaları izleyerek yol alıyordu. çünkü kırım’ın almanlardan geri alınması 1 yıl dahi olmamıştı. (bkz: operation case blue/@uzumun sapi) devam eden savaşta ise 20 milyondan fazla rus hayatını kaybetmişti. ayrıca 70.000 sovyet kasabası veya köyü yok edilmişti. sovyetler birliği savaşta çok ciddi kayıplar vermişti. stalin konuklarının tek bir yıkım ayrıntısını kaçırmaması için rotayı bizzat kendisi belirlemişti. bu sayede stalin bir şekilde suçun ağır yükünü mevkidaşlarının sırtına yüklüyordu. özellikle roosevelt’in üzerine oynanan bu oyunda stalin ''çok insan kaybettik ve siz bize yardıma gelmediğiniz için çok kaybımız oldu.'' mesajını veriyordu. aslında bu oyun stalin’in en büyük yeteneğiydi ve oyunu kendi evinde bizzat kendisi kuruyordu. roosevelt ve churchill bu uzun süren yolculuktan sonra akşamüzeri yalta’ya ulaştı. roosevelt gerçekten çok yorgundu. çünkü yolculuğa 12 gün önce başlamıştı. önce gemiyle atlantik okyanusunu geçmiş ve malta’ya ulaşmış; malta’dan uçağa binerek saki havalimanına ulaşmıştı. amerikan başkanının bu yolculuğu 8500 kilometre tutmuştu. churchill ise uçak ile londra’dan yola çıkarak saki havalimanına ulaşmıştı. churchill'in yolculuğu ise 3200 kilometre sürmüştü. stalin’in yolculuğu ise tren ile sadece 1500 kilometreydi. sanki kilometre rakamlarının bir anlamı varmış gibi konferansta roosevelt en büyük çabayı, stalin ise en az çabayı sarf etmeye hazırlanmıştı. yalta, ruslar için savaşa rağmen cazibesini kaybetmiş değildi. bu şehir 19. yüzyılda çar ve aristokların tatillerini geçirdiği bir tür sovyet elitlerinin tatil bölgesiydi. konferansın temsilcileri günümüzde halen sağlam duran saraylara yerleştirildi. bu saraylar gerçekleştirilecek müzakerelerden önce tamamen yenilenmişti. konferansın yalta’da yapılmasını stalin istemişti. çünkü konuklarının konferanstan iyi anılarla ayrılmalarını istiyor ve rahatları için ne gerekiliyorsa yapılmasını sağlıyordu. stalin misafiri olan iki lidere en güzel iki villasını ayırarak onları hem rahat ettirmeye hemde sarayların ihtişamıyla cezbetmeye çalışıyordu. buna göre roosevelt livadya sarayında konaklayacak ve müzakerelerde bu sarayda gerçekleştirilecekti. churchill ise vorontsov sarayında ikamet edecekti.

    müzakereler başlamadan önce stalin konuklarına nezaket ziyaretinde bulunmaya karar verdi. ilk ziyaretini vorontsov sarayına yani churchill'in yanına giderek gerçekleştirdi. bu iki lider bu buluşmadan 4 ay önce moskova’da ki buluşmadan bu yana hiç görüşmemişti. iki lider birbirini görmekten memnun olduğunu belirterek cephedeki askeri durumu değerlendirdi. stalin bu ziyaretten sonra livadya sarayına geçerek roosevelt'i ziyaret etti. samimi bir ortamda geçen bu görüşme sırasında iki lider martini içmeye karar verdi. ancak roosevelt rahatsızlığından dolayı içki içmemeyi tercih etti. iki lider askeri meselelerle birlikte görüşmelerde yer alacak konular hakkında yüzeysel istişareler yaptı.

    bu sırada cephelerde savaş tüm hızıyla devam etmekte ve müttefik kuvvetler almanya’nın kalbine doğru ilerlemekteydi. bu ilerleyişte kızıl ordu batılı müttefiklere göre bir adım önde ve almanların kalbi berlin’e daha yakın konumdaydı. bu konuma gelene kadar ise sovyetler çok diyet ödemişti. dolayısıyla stalin savaş sahasındaki avantaj ile birlikte tüm konukları kendi evinde ağırlamanın avantajını en iyi şekilde kullanmayı planlıyordu. stalin’e göre bu zamana kadar ödedikleri diyetin karşılığını alma zamanı gelmişti.

    stalin’in konuklarını ziyaret etmesini müteakip batılı liderler inzivaya çekildi. yalta konferansının resmi olarak başlaması ertesi gün saat 17:00 civarında olacaktı. livadya sarayının balo salonu konferans için hazırlanmıştı. bakanlar ile diplomatlar liderlerini beklerken kendi aralarında konuları istişare ediyorlardı. ertesi gün saraya ilk gelen kızı sarah eşliğinde ingiliz lider churchill oldu. başbakan ev sahibine hürmeten rus kalpağı takmıştı. churchill ilaçlarla birlikte iyi bir uyku çekerek rahatsızlığını atlatmıştı. churchill'in ardından sovyet lider stalin saraya geldi. müzakerelerin yapılacağı salona en iddiasız giriş yapan ise amerikan lider roosevelt olmuştu ve masadaki yerini ilk alan o olmuştu. bu ritüel 8 gün boyunca bu şekilde sürecekti. bu üç büyük liderin her birinin yanında danışmanları da bulunmaktaydı. tabi ki bu önemli konuları tek başlarına müzakere etmeleri beklenemezdi. ingiliz lider churchill'in yanında dışişleri bakanı anthony eden ve polonya uzmanı alexander cadogan bulunmaktaydı. amerikalı lider roosevelt'in yanında sağ kolu olan ve herkesten çok güvendiği harry hopkins ile dışişleri bakanı edward stettinius bulunuyordu. sovyet lider stalin’e ise dışişleri bakanı viaceslav molotov ve diplomat ivan maisky eşlik ediyordu. görüşülmesi gereken dört büyük dosya ise masadaydı. birinci olarak bozguna uğramış almanya’nın kaderi görüşülecekti. daha sonra ise almanlar tarafından işgal edilmiş polonya görüşülmeye başlanacaktı. bu görüşmelerde mutabakata varıldıktan sonra ise birleşmiş milletlerin oluşturulması ve japonya’ya karşı yürütülen savaş ele alınacaktı.

    dolayısıyla müttefik ordularının pozisyonunun bu dosyalar üzerinde çok önemli etkileri olacağı aşikardı. kızıl ordu aralık ayından bu yana romanya, bulgaristan, macaristan ve polonya’yı almanların elinden kurtarmıştı. kızıl ordunun almanların başkenti berlin ile arasında 80 kilometrelik bir mesafe kalmıştı. ingiliz ve amerikalı güçler ise almanlar’ın karşı saldırısı ile engellenmiş ve ren nehrini henüz geçebilmişti. askeri bakış açısıyla sovyetler’in net bir şekilde batılı müttefiklerinin önünde olduğu görülüyordu. dolayısıyla bu durum sovyet hükümetine diplomatik perspektifte üstünlük sağlamaktaydı. sahadaki bu dengesizliğe ilaveten ideolojik uyumsuzlukta bulunmaktaydı. churchill ve roosevelt bir komünist ile karşı karşıya oturan iki kapitalistti. ancak bu durum stalin’e karşı birleşerek bir cephe kuracakları anlamına gelmiyordu. hatta tam tersine aslında bu iki kapitalist liderin bu konferanstaki beklentileri birbirinden çok farklıydı. aslında roosevelt'in stalin’e churchill’den daha fazla ihtiyacı vardı. çünkü bu dönemde birleşik devletler pasifik cephesinde japon imparatorluğu ile savaş halindeydi. japonlar ile yapılan bu savaşlar ise inanılmaz derecede vahşi ve kanlı geçiyordu. japonlar teslim olmaktansa kamikaze ve banzai saldırıları yapmayı tercih ediyordu. dolayısıyla amerikan kayıpları japon ana adasına yaklaştıkça katlanarak artıyordu. bu durumda sovyetler birliğinin yardımı olmazsa savaş uzayabilir ve amerikan kayıpları daha da artabilirdi. roosevelt’in aynı zamanda gelecekte toplamaya çalıştığı birleşmiş milletler organizasyonuna katılımı için de stalin’e ihtiyacı vardı. sovyetler birliği olmadan birleşmiş milletler sadece boş bir topluluktan ileri gitmeyecek bir yapı olacaktı. roosevelt bu projeyi ilerletebilmek için churchill'i başından savmaya hazır gözüküyordu. bu iki lider uzun süre müttefikti ama churchill’in amerikan başkanına sunacak hiçbir şeyi yoktu. ingiltere başbakanı almanların elinden kızıl ordu tarafından kurtarılan bütün ülkelere stalin tarafından komünist rejimi yerleştirmeye çalışacağından şüpheleniyordu. ancak roosevelt'in yardımı olmadan stalin’i durdurma şansı olmadığının da gayet iyi farkındaydı. görüşmelerin ilk günü sadece askeri sorunlar tartışıldı. çünkü her lider bir diğerinin hamlesini kolluyor ve hamlelerini hesaplıyordu. taktik oyun başladığında ise stalin liderliği ele alarak roosevelt’in genel oturuma başkanlık yapmasını önerdi. aslında bu stalin tarafından yapılmış çok akıllıca bir hamleydi. çünkü stalin perdenin arkasında pazarlık yaparken roosevelt protokol görevleri ile boğuşmak zorunda kalacaktı. dolayısıyla ilk oturum tarafların birbirini tartma ve ısınma turu olarak görülebilir. bu cihetle; ilk gün dikkate değer herhangi bir karar alınmadı. ilk günün sonunda batılı iki müttefik açıkça fark etmişti ki stalin’e karşı seslerini duyurmak hiç kolay olmayacaktı. böylece akşam olduğunda herkes birbirine karşı uygulayacağı strateji üzerine çalışmak için saraylarına çekildi.

    ikinci gün bir kez daha churchill en erken gelen lider olmuştu. stalin ise her zamanki gibi geç geldi. konferansın 2. günü ciddi meseleler görüşülecekti. bugün almanya sorunu müzakere edilecekti. almanya savaşı kaybettikten sonra kaderi ne olacaktı? almanya nasıl idare edilecekti? almanya’ya ne tür tazminat cezaları uygulanacaktı? müttefikler bütün bu sorularda ayrı konumlarda durmaktaydı. tartışmalar almanya’nın işgal edildikten sonra hangi ülkenin nereyi idare edeceği üzerine başladı. aslında bu plana daha 1944 yılında karar verilmişti. almanya 3'e bölünerek amerika, ingiltere ve sovyetler birliği tarafından idare edilecekti. ancak konferansın 2. günü churchill fransa için 4. bir bölge talep etti. çünkü churchill, ingiliz imparatorluğundan şikayetçi olan amerikalı ve sovyet yetkililerin karşısında tek başına durmak istemiyordu. bu yüzden başka sömürgeleri olan bir müttefikin (yani fransa’nın) yanında kendisiyle birlikte olmasını istiyordu. stalin bu öneri üzerine söz alarak

    ''fransa savaş sırasında pek fazla direnç gösteremedi ve 1940 yılında pes ederek teslim oldu. bu yüzden bunun nedenini anlayamıyoruz. işbirliği yapmış olabilirler; ancak bunu hak etmiyorlar. ben mantıklı bir adamım kendi işgal bölgenizi dilerseniz onlarla paylaşabilirsiniz.'' dedi.

    çünkü bu feragatin stalin için bir bedeli olmayacaktı. dolayısıyla stalin, churchill'in önerisini hemen kabul etti. ancak bunun karşılığında müttefiklerden talepleri de olacaktı. stalin, yeni almanya’dan olabildiğince yüksek bir tazminat talep ediyordu. çünkü sovyetler birliği harabeye dönmüştü ve bunun bedeli ödenmeliydi. bu intikamcı tavır churchill ve roosevelt'i endişelendirdi. ancak bu konuda iki batılı lider pes etmedi ve stalin’in önerisini reddetti. çünkü bu iki liderin görüşü ''eğer almanya stalin’i yatıştırmak için yağmalanır ve aç bırakılırsa bu ülke nasıl yeniden ayağa kalkacak? dolayısıyla iki batılı müttefikin bu ülkeyi finanse etmesinden başka çare kalmayacaktı. böylece stalin’in talep ettiği tazminat kendi cebimizden çıkmış olacak.'' şeklindeydi. bu reddediliş stalin’in inat etmesine ve saldırganlaşmasına neden oldu. bu reddedilişin üzerine söz alan stalin ''açıkça gözümün içine bakın ve söyleyin. neden sovyetler birliğinin yeniden inşa edilmesini istemiyorsunuz? ülkemizin yeniden yapılanması hakkına karşı olmanıza neden olan bir sebep mi var?'' demiştir. bunun üzerine stalin elindeki kozu oynamaya karar verdi. bunun için ise yakın arkadaşı ve dışişleri bakanı molotov'un desteğine ihtiyacı vardı. bu iki adam birbiriyle uyumlu ve diplomasi sanatının ustasıydılar. burada molotov kötü polisi oynayacak, stalin ise iyi polis olacaktı. molotov en zor meselelerde dahi sarsılmayan birisiydi. bu oyunda stalin’in müdahale edeceği noktada belliydi. stalin, molotov'a ''çok ileri gidiyorsun. bu kadar sert olmak zorunda değilsin'' diyerek suları durultan kişi görevini üstlenecekti. bu aşamadan sonra ise tazminat için toplam bir rakamın almanya dosyasına eklenmesinin kararlaştırılmasına karar verilecekti. ama delegasyonlar arasında minimum (5 milyar dolar) ve maksimum (10 milyar dolar) bir rakam dışında henüz hiçbir karar verilmemişti. aslında stalin ve ekibinin yaptığı bu hamle almanya konusunda müzakerelerin halen sürmekte olduğunu ve hiçbir şeyin son şeklini almadığını göstermenin bir yoluydu. yapılan tartışmalar ve görüşmeler neticesinde, sovyetler birliğine 10 milyar verilmesi kabul edildi. kimse başka bir şey söylemedi ve stalin bu teklifin kabul edildiğine inandı. aslında bu kararın ilerleyen zamanda batılı müttefikler için ciddi sonuçları olacaktı. çünkü almanya aslında böyle bir miktarı ödeyebilecek güçte dahi değildi. sovyetler ise ödemeyi para karşılığı alamadığı için tazminatın tamamını mal olarak alacaktı ve alman sanayisini paramparça ederek ülkelerine taşıyacaklardı. müzakerelerin ilk turunu müteakip üç lider toparlanmak ve dinlenmek için kendi sarayına döndü. stalin her zamanki gibi dosyalarına gömüldü ve ertesi günkü tartışmalara hazırlandı. stalin’in çalışma masası bugün bile o zamanki haliyle korunmaktadır. roosevelt livadya sarayında kızı anna ile birlikte huzur ve sükunete kavuşmuştu. anna birkaç yıldır babasının sırdaşı olmuştu ve her yere beraber gidiyorlardı. aslında roosevelt'in kızı gayri resmi olarak asistanlığını yapmaktaydı. churchill ise bir süre heyettekilerle değerlendirme yaptıktan sonra kızı ile vakit geçirmeyi tercih etmişti. konferans süresince çoğu akşam bir lider diğerlerini yemeğe davet etti. bu yemekler daha çok gayri resmi müzakereler için fırsat olmaktaydı. bu yemeklerin ilki roosevelt'in ikamet ettiği livadya sarayında gerçekleşti. bu yemekte servisle amerikalılar ilgilenmiş, ancak yemekleri ruslar temin etmişti. stalin prensip olarak yemeğin şatafatlı olması için elinden geleni yapmıştı. stalin konuklarını evlerinde hissettirmek ve onlara nazik davranılmasını sağlamak için her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş ve organize edilmesini sağlamıştı. stalin, gürcü-rus misafirperverliğinin gereği ne ise onu yapıyordu. bu yemeklerde bir araya gelen müttefikler arasında yeni bir güven anlayışı ortaya çıkmaya başladı.

    bol alkollü akşamın ardından herkesin toparlanabilmesi için ertesi günkü genel kurulun akşama doğru yapılması kararlaştırıldı. ancak müttefik heyetleri sabah erkenden akşam üzeri gerçekleştirilecek görüşmelere hazırlanmaya başladı. çünkü her dosya için muhtemel tavizleri değerlendirmeleri gerekiyordu. genel kurula geçildiğinde ise son sözü söylemek liderlere kalacaktı. 6 şubattaki görüşmelerde masaya polonya dosyası yatırılacaktı. bu dosya konferansın o güne kadarki en karmaşık bölümü ve en sembolik olanıydı. çünkü savaş 1939 yılında polonya’nın işgali ile başlamıştı. savaş sona erdikten sonra müttefik kuvvetlerin yeni bir hükümet kurması gerekecekti. ancak bu konuda müttefikler mutabık kalmayı başaramıyordu. çünkü, stalin polonya’yı ülkesi için tehdit olarak görmekteydi. bunun iki nedeni vardı. birincisi polonya ile 1920 yılında yapılan savaşta ruslar fena dayak yemişti. ikincisi ise tarih boyunca rus toprakları her zaman polonya üzerinden işgal edilmişti. bu yüzden stalin polonya’nın dostane bir devlet konumunda olmasını istiyordu. aslında bir daha hiç saldırıya uğramamak için sovyetler birliğinin her yanına bir savunma kalkanı inşa etmek istiyordu. kısaca sovyetler birliği herhangi bir saldırıya karşı tampon bölge görevi görecek devletler kurulmasından yanaydı. bunun başında da polonya gelmekteydi. ayrıca bu görüşmelerde rusların dış politika mantalitesinin merkezinde tampon (dostane ülke) politikasının olduğu da anlaşılıyordu. peki dostane ülke ne demekti? dış politikası sovyetler birliğine dostane yaklaşıp, iç politikasında tamamen özgür olan bir ülke miydi? yoksa dostunu komünistliğe zorlamasına açık olan bir ülke miydi? işte çözülmesi gereken asıl mesele buydu. ingiliz bakış açısına göre bu mesele roosevelt polonya’yı komünist bir ülke haline getirmek için hitlere savaş ilan etmemişti. churchill savaş sonrası polonya’sının özgür ve tamamen bağımsız olmasını istiyordu. avrupa’dan çok uzak olan roosevelt ve ekibi için polonya sorunu ikinci derece bir öneme sahipti. ancak başka nedenlerden dolayı yine de bir önemi vardı. bu neden ise iç politika ile ilgiliydi. amerika’da polonya kökenli 6 milyon insan yaşamaktaydı. bu vatandaşların çoğu roosevelt’in bağlı olduğu demokrat partiyi desteklemekteydi. birleşik devletlerde yaşayan bu polonyalı vatandaşlar koyu komünizm karşıtlığıyla da biliniyorlardı. aslında çoğu 1. dünya savaşından önce amerika’ya yerleşmişti. ancak stalin ile hitlerin polonya’yı işgali konusunda yaptığı anlaşmayı hiç unutmamışlardı. polonya asıllı amerikalılar, ingilizlerle birlikte 1940 yılından beri londra’da sürgünde olan polonya başkanı wladyslaw raczkiewicz'i destekliyordu. mesele bu kez komünist olacak başka bir hükümetin yine sürgündeki başbakana karşı gelerek onu ülkeye almamasıydı. aslında sovyet etkisinde bir hükümet vardı ve bu hükümetin başında boleslaw bierut bulunmaktaydı. bu hükümetin genel merkezi polonya’nın lublin şehrinde bulunmaktaydı ve ‘’lublin komitesi’’ ismini kullanıyordu. dolayısıyla bu iki zıt kutuptaki londra ve lublin hükümetleri de birbirinden nefret ediyordu. aslında konferanstan 6 ay önce meydana gelen bir olay bu iki hükümetin ilişkilerini tamir edilemeyecek şekilde tahrip etmişti. 1944 yılının ağustos ayında kızıl ordu varşova kapılarına dayanmıştı. bu sırada raczkiewicz londra’dan radyo kanalıyla polonya halkına ayaklanma çağrısı yaptı. raczkiewicz’in amacı, polonya direnişinin başkenti komünistlerden önce kurtarmasını ve gelecek hükümette ona avantaj sağlamasını istiyordu. ancak almanlar bu direnişi 63 günde acımasızca ezdi ve yok etti. stalin ise bu olup biteni olduğu yerden izlemiş ve kızıl orduya bir şey yapmamasını emretmişti. bu dönemde naziler 200.000 polonyalıyı katletti. polonya’nın başkenti varşova’nın ise %90'lık kısmı dümdüz edildi. bu olaylardan 2 ay sonra stalin ektiğini biçti ve varşova’da komünist bir hükümet kurulmasını sağladı. bu olaylar ışığında wladyslaw raczkiewicz 'in ülkeye dönme şansı kalmamıştı.

    stalin’in yukarıda zikredilen istekleri yalta müzakerelerinde diplomatik bir gerginliğe neden olmuştu. churchill, stalin’in yardıma gelmemesini ve varşova’daki direnişçilerin yok edilmesine göz yummasını kabullenemiyordu. dolayısıyla batılı müttefikler stalin hakkında hiçte babacan bir adamla muhatap olmadıklarını ve ona tamamen güvenilemeyeceğini anlamışlardı. aslında hitlerin ortadan kaldırılsa bile savaştan sonra stalin ile benzer sorunlar yaşanabileceğini anlamışlardı. ancak şimdi yalta konferansında müttefiklerin şüphe ve kini bir kenara bırakıp polonya’nın yeni hükümetini kurması gerekiyordu. konferansta hangi politik modelin esas alınması gerektiği tartışılıyordu. ingiliz ve amerikan bakış açısına göre polonya’nın çeşitli antifaşist politik gruplarından oluşacak birleşik bir merkezi hükümet kurulmalıydı. sovyetlere göre ise sadece birkaç üye ilavesi ile mevcut varşova hükümeti olduğu gibi kullanılmalıydı. dolayısıyla masada politik bir satranç oynanmaktaydı. stalin, londra merkezli hükümetle ilgili ve batılı müttefiklerin lublin idaresine önerdikleri üyelerle ilgili her öneriyi reddediyordu. çünkü stalin, polonya konusunda güçlü bir pozisyonda olduğunun farkındaydı. bu güçlü pozisyonu sağlayan ise kızıl orduydu. sovyet birlikleri bu dönemde polonya’nın büyük bir kısmını işgal etmiş durumdaydı. dolayısıyla, sovyetler birliğinin bu ülkedeki etkisi batılı müttefiklere göre daha fazla olması gayet normaldi. bu ortamda müttefikler polonya konusunda bir türlü anlaşamıyordu. bu anlaşmazlık ortamında stalin giderek gerginleşiyordu. aslında stalin az konuşan ve sakin bir karakterdi. ancak, stalin belli konularda birden bire ayağa kalkarak coşkulu bir nutuk atmaya başlamış ve bu davranış karşısında mevkiidaşlarına taviz vermeyeceği izlenimi vermişti. aslına bakılacak olursa bu davranış böyle büyük bir konferans için uygun bir davranış değildi. ayrıca diplomatik nezaket ile birlikte karşısındakilere de bir saygısızlık olarak algılanmaktaydı. ama görüşmelerin yapıldığı yer stalin’in sahasıydı ve avantaj her yönden kendisindeydi. bu avantajı ise diplomatik nezaketi aşma pahasına sonuna kadar kullanma ve ekibiyle birlikte diplomasi sanatının gereklerini yerine getirme konusunda oldukça usta birisiydi. işte stalin’in polonya konusunun tartışıldığı dönemde verdiği nutuk tüm batılı müttefik konuklarını şaşırtmıştı. batılı bürokratlar stalin’in bu hareketini diplomatik bir fiyasko olarak görüyorlardı. bu fiyasko üzerine amerikan delegasyonunda bulunan hopkins başkan roosevelt'e bir kağıda yazılmış bir not iletti. bu notta : ''neden bugünlük oturumu kapatmıyoruz. yarın bu konuyu konuşacağımızı söyleyelim.'' yazmaktaydı. bu noktada her şeyi olduğu gibi bırakarak ertesi gün tekrar konuşmak batılı müttefiklere de mantıklı geliyordu. stalin’in müzakere becerisi her iki batılı müttefik tarafından gayet iyi bilinmekteydi. batılı diplomatlar tarafından stalin’e '' joe amca'' lakabı takılmıştı. bu lakap çoğu batılı diplomatın günlüklerinde geçmektedir. işte stalin’in bu müzakere yeteneğini batılı delegeler üzerindeki etkisi de bahsi geçen günlüklerde karşımıza çıkmaktadır. amerikan delegasyonu içerisinde bulunan alexander cadovgen günlüğünde stalin’in bu yeteneğini günlüğünde işlemiş ve şunu yazmıştır :

    ''bu üç lider içerisinde en etkileyici olanının ''joe amca'' olduğunu söyleyebilirim. o çok sakin ve vakur birisi ve konuştuğu zaman asla gereksiz sözcükler kullanmıyor. ayrıca doğrudan konuya girmesi beni gerçek manada etkiliyor.'' şeklinde yazmıştır.

    ingiltere dışişleri bakanı anthony eden ise stalin konusunda;

    ''çok ustaca metotlarla aşırı katı tutumda olmaksızın istediğini elde edebiliyor'' şeklinde düşüncesini belirtmekteydi.

    yine de stalin’in bu başarısı sadece müzakere becerisine mal edilemezdi. stalin’in bu davranışının arkasında başka nedenlerde bulunmaktaydı. bu nedenleri ise batılı hiçbir delegasyon üyesinin bilmesine imkan yoktu. stalin’in gizlediği sır ise sovyet delegasyon üyelerinin içerisinde casuslarında bulunmasıydı. bu kişiler müttefikleri gizlice dinlemişlerdi. dolayısıyla stalin, batılı müttefiklerin ne tür tavizler verebileceğini bilerek müzakereleri ilerletiyordu. hatta yalta konferansı başlamadan önce stalin her şeyi biliyordu. bu konuyla ilgili eski bir kgb ajanı olan igor preline verdiği mülakatta şunları belirtmiştir:

    ''yalta konferansı ile ilgili hazırlıklar aylarca sürmüştü. o zamanlar rus istihbarat birimleri ingiltere ve birleşik devletlerde iyi konumlanmıştı. ajanlarımız churchill ile roosevelt’in konferansa nasıl hazırlandığı konusunda kapsamlı bir bilgi akışı sağlamışlardı. bu iki liderin neyi tartışmayı planladıklarını ve müzakereler sırasında hangi pozisyonlarda taviz vereceklerini tamı tamına biliyorduk.''

    sovyet gizli servisi işi daha ileri götürerek batılı liderlerin konakladığı saraylara bile dinleme cihazları yerleştirmişti. aslında churchill ve roosevelt kaldıkları yerlerde dinlendiklerini gayet iyi biliyordu. dolayısıyla bu iki lider yapacakları gizli konuşmalar için sarayın bahçesinde yürüyüşlere çıkıyorlardı. ancak sovyet istihbaratı bunu da ön görmüş ve parkın çeşitli noktalarına çok yönlü mikrofon yerleştirmişti. stalin ise istihbarattan gelen bu bilgileri en ince ayrıntısına kadar değerlendiriyor ve yapacağı görüşmelerde takınacağı tavrı bu bilgiler ışığında karar veriyordu. yani yalta konferansında gerçekleştirilen diplomatik oyunun içerisinde hile vardı ve batılı müttefiklerin elindeki kozların hepsini stalin biliyor ve ona göre pozisyonunu belirliyordu. dolayısıyla stalin batılı müttefiklerin blöf yapıp yapmadığını çok iyi biliyordu. batılı müttefikler ise karanlıkta el yordamıyla yolunu bulmaya çalışırken, stalin nereye yöneleceğini çok iyi biliyordu.

    bu gelişmeler ışığında müzakereler ertesi güne ertelendi ve polonya dosyasının karara bağlanması ertesi güne bırakıldı. ertesi gün toplanan heyetler polonya dosyasını yeniden masaya yatırdı. stalin önceki gün topladığı bilgileri kullanarak müttefik kuvvetlerin diğer dosyalardan istediklerini almak kaydıyla polonya’yı feda etmeye hazır olduklarını biliyordu. birleşmiş milletler ve japonya dosyası roosevelt için öncelikli olarak çözüme ulaştırılması gereken konulardı. churchill için ise en önemli sorun aslında bu müzakerelerde masada bile değildi. ancak en temel sorunlardan birini teşkil ediyordu. bu sorun yunanistan ile ilgili olan mevcut durumdu. yunanistan savaş başlamadan önce ingiltere’nin denetimi ve koruması altındaydı ve yunanistan, ingiltere için önemli bir stratejik konumdaydı. çünkü yunanistan süveyş kanalına giden yolun açık kalması için önemli bir noktadaydı ve ingiltere’nin kolonilerine ulaşabilmesi için süveyş kanalına ihtiyacı vardı. ancak savaşın başlamasıyla yunanistan almanlar ve müttefiki olan italyanlar tarafından işgal edilmiş ve ingiltere’nin süveyş kanalına yol alan konvoyları üzerinde büyük tehlike yaşamasına neden olmuştu. özellikle italyanlar konvoylara birçok kez saldırıda bulunmuş ve ingilizleri zor durumda bırakmıştı. (bkz: spada burnu savaşı/@uzumun sapi) / (bkz: calabria savaşı/@uzumun sapi) / (bkz: matapan savaşı) müttefiklerin taarruzunun sonucu olarak önce italyanlar, daha sonra almanlar yunanistan’dan çekilmişlerdi. alman ve italyanların çekilmesini müteakip son iki senedir yunanistan’da çok şiddetli bir iç savaş devam etmekteydi. komünistler almanların geri çekilmesinden sonra başa geçen kralı devirmeye ve kırsal kesime hakim olmaya çalışıyordu. ayrıca komünistler neredeyse bu iç savaşı kazanmak üzereydi. yunanistan’ın komünistlerin eline geçmesi durumunda bütün ingiltere imparatorluğunun geleceği tehlikeye düşebilirdi. açıkçası churchill bu korkunç senaryodan ciddi halde çekiniyordu. bu durumu engellemek için ilk hamlesini 1944 yılının ekim ayında yapmıştı. ingiltere başbakanı yalta konferansından 4 ay önce moskova’ya gelerek stalin ile görüşmüştü. bu görüşmenin olduğu dönemde amerika başbakanı roosevelt amerika’da seçim kampanyasına devam etmekteydi. churchill amerikan başbakanının yokluğunda avrupa’nın geleceğiyle ilgili stalin ile gizi bir anlaşma yapmayı planlamaktaydı. dolayısıyla dünyayı iki kutba bölme fikri yalta konferansından önce churchill ile stalin arasında yapılan görüşme neticesinde ortaya çıktı denilebilir. çünkü bu görüşme sırasında churchill tarafından bir kağıt parçasına yazılmış bir belgede stalin ile yaptığı görüşmenin notları bulunmaktaydı. bu kağıtta balkan ülkelerinin iki devlet arasında nüfuz bölgelerine ayrılmasına karar verildi. sovyetler birliği romanya’nın %90'lık kısmını alıyor ve bulgaristan’ında %75'lik kısmını alıyordu. ingiltere ise yunanistan’ın %90'lık kısmını alıyordu. yugoslavya ve macaristan % 50 ingiltere , % 50 rus nüfuzu altına paylaşılıyordu. bu oranların anlamı; yönetimde temsil edilecek siyasal eğilimler şeklindeydi. işte churchill yalta konferansına geldiği zaman stalin’in bu anlaşmayı unutmayacağını ümit ediyordu. dolayısıyla ingiltere başbakanı sovyet lider yunanistan’ı ingiltere’ye bıraktığı takdirde polonya konusunda stalin'in isteklerini kabul etmeye hazırdı. bu durum karşısında batılı müttefikler polonya konusunda stalin’e karşı uzlaşmacı davranmaya karar verdi. dolayısıyla müzakerelerin 4. gününde amerikalı ve ingilizler raczkiewicz'in başında bulunduğu hükümetin sürgünden polonyaya dönmemesine karar verip; bierut'un komünist hükümetinin polonyayı yönetmesine izin verdiler. bu fedakarlığın karşılığında ise batılı müttefikler lublin hükümetinde önemli bazı bakanlıkların başına komünist olmayan kişiler getirilmesini sağladırlar. stalin ayrıca savaş sonrası polonyasında ve kızıl ordu tarafından kurtarılan diğer ülkelerde özgür seçimler organize edilesini de taahhüt etti. her ne kadar stalin batılı müttefikelere bir garanti vermese de özgür seçim kelimeleri bile batılılar için zafer niteliğindeydi. dolayısıyla batılı müttefiklerin polonya konusunda ve kızıl ordu tarafından işgal edilmiş devletler konusunda tek elde edebildiği bu ülkelerde yapılacak özgür seçim sözü ve çeşitli formül beyanlarından ibaretti. ancak bu ülkeler tamamen kızıl ordunun işgali altındaydı ve ne şekilde özgür seçimlerin yapılacağı ise tam bir muammaydı. işte bu noktada batılı liderlerin kandırıldığı ilerleyen dönemde ayan beyan ortaya çıkacaktı. stalin’in konferansın başından beri talep ettiği savunma kalkanı projesi için polonya en önemli engeldi. batılı liderlerle yapılan görüşmeler sonucunda polonya’nın doğu bölgesi tamamen sovyetler birliğine bırakılacak; bunun karşılığında sonraki aşamada polonya almanya’nın doğusunda bulunan topraklara sahip olacaktı. dolayısıyla bu proje ve yeni sınırlar dahilinde polonya’nın kademeli olarak batıya geçişine olanak sağlayacaktı. işte günümüz polonya sınırları bu şartlar altında oluşmuş oluyordu. polonya hükümeti ile birlikte polonya’nın yeni sınırlarının oluşturulmasını müteakip polonya dosyası kapanmış oluyor ve stalin tüm istediklerini almış oluyordu.

    ertesi gün ise masada japonya ile devam eden savaş konusu olacaktı. bu konuda rossvelt'in stalin’in desteğine ihtiyacı vardı. dolayısıyla roosevelt olayların lehinde gelişmesini garantilemek için genel kuruldan hemen önce stalin'e mesaj yollayarak baş başa içki içme önerisinde bulundu. stalin bu öneriyi kabul etti ve ikili rivadya sarayında buluştu. churchill'in bu buluşmadan haberi yoktu. hatta bu toplantı churchill'den gizli yapılıyordu. çünkü roosevelt ingiliz başbakanının özgürce pazarlık yapmasını engellemesini ve stalin’in desteğini kaybetmeyi göze alabilecek durumda değildi. ayrıca amerikan başbakanı samimiyete çok inanıyor ve ikili ilişkilerden istediğini alabileceğini düşünüyordu. ancak bu tür yaklaşımlar stalin üzerinde işe yaramazdı.

    bu buluşmanın gerçekleştiği sırada pasifikte amerikan güçleri japon ordusuna karşı ağır kayıplar vermeye devam ediyordu. üst düzey amerikalı yetkililerin tahminine göre sovyetler birliği’nin amerikan ordusuna yardım etmemesi durumunda savaş 1 yıl daha sürecek ve yarım milyondan fazla insanın canına mal olacaktı. işte roosevelt bu katliamı engellemeye kararlıydı ve mevkiidaşıda bunun bilincindeydi. stalin ölmeye gidecek sovyet askerleri karşılığında toprak istiyordu. stalin roosevelt ile yaptığı görüşmede japonya’ya karşı yürütülecek savaşın sonunda sahalin adası ile kuril adalarını istiyordu. ayrıca port arthur ile dairen limanlarıyla birlikte çevresinde askeri üs ve mançurya demiryolunun idaresini talep ediyordu. aslında konferans sırasında kuril ve sahalin adaları görüşülmemişti. çünkü bu iki ada japonya'ya aitti ve amerikalılar japon topraklarını sovyetler birliğine seve seve teslim etmeye hazırdı. burada amaç amerikan kayıplarını azaltmak olduğu için japonya’ya ait adaları sovyetler birliğine teslim etmek gayet makul gözüküyordu. ancak çine ait olan dairen ile port arthur limanlarıyla mançurya demiryolu işletim hakkının sovyetler birliğine verilmesi sorun teşkil ediyordu. çünkü bu topraklar japon işgalindeki çin topraklarıydı ve çin direnişinin başında bulunan chiang kai-shek ile amerikalılar müttefikti. ancak çinliler yalta konferansına davet edilmemiş ve bu tartışmaların dışında kalmışlardı. aslına bakılacak olursa çok hassas bir diplomatik durum söz konusuydu. ancak stalin, roosevelt'e kai-shek’i ikna edebileceğini söyleyerek yardımcı olacağını söyledi. amerikan başkanı bu öneriyi kabul ederek dairen ve port arthur ile birlikte çinli müttefiklerini de feda ediyordu. aslında amerikan başkanı koyduğu hedeflere ulaştığı için memnundu. çünkü japonya ile devam eden savaşta stalin’in desteğini almış ve birleşmiş milletlere sovyetlerinde katılmasını sağlamıştı. roosevelt oluşturmak istediği yeni organizasyon (birleşmiş milletler) dünyaya barış getirme emelini içinde barındırıyordu. stalin ise barışı koruyacak bu organizasyonun bir parçası olmayı presipte kabul etmişti. sovyetler birliğinin birleşmiş milletlere fiili katılımı garanti değildi; ancak yalta konferansında stalin’in birleşmiş milletler organizasyonuna olumlu yaklaşımı bir başlangıç olarak kabul edilebilirdi. birleşmiş milletler organizasyonu ile ilgili ön görüşmeler savaştan sonra fransa’da yapılacaktı ve sovyet delegasyonunun başında dışişleri bakanı molotov bulunacaktı. stalin’e göre birleşmiş milletler organizasyonuna katılmak büyük bir ödün manasına geliyordu.

    müzakerelerin sonuna yaklaşırken 9 şubat 1945 tarihinde churchill, roosevelt ve stalin kalabalık bir basın grubunun karşısına güler yüzle çıkarak fotoğraf çektirdi. konferansta birleşmiş milletler, japonya, almanya ve polonya sorunları ile ilgili önemli yol katedilmişti. her lider istediğini aldığını düşünüyordu. churchill güçlü iki mevkidaşı ile eşit düzeyde bir diplomat olduğunu kanıtlamış ve fransa’nın kazanan ülkelerin yanında almanya’dan bir işgal bölgesi almasını sağlamıştı. ayrıca yunanistan konusunda da istediğini elde etmiş ve akdeniz’de ingiliz gemilerinin güvenliğini garantiye almıştı. amerika başkanı roosevelt ise japonya ve birleşmiş milletler konusunda stalin ile mutabakata varmış ve istediğini elde etmişti. ayrıca hem churchilli hem de stalin’i savaştan sonra polonya ve doğu avrupa ülkelerinde özgür bir seçimler organize edilmesi konusunda ikna etmişti. ancak konferansın asıl başarılı karakteri stalin idi. yalta konferansının sonunda zirveye çıkan sovyetler birliği ve stalin olacaktı. çünkü stalin polonya ile ilgili isteklerini elde etmiş ve almanya’dan talep edilen tazminat konusunda da taleplerinin çoğunu elde etmiş gözüküyordu. bu üç liderin uyum içerisinde olduğunu gösteren fotoğraf ise tüm dünyaya yayıldı. ancak bu fotoğraftaki dış görünüş yanıltıcı olacaktı yalta konferansında stalin, roosevelt ve churchill birbirleriyle geçinmek için çok özenli ve taktiksel davranmıştı. bu üç lider henüz savaş devam ederken kurdukları bu ittifakı korumak istiyordu. ancak nihayetinde her lider kendi dünya görüşleri ve kendi menfaatleri için konferansa katılmıştı. yalta konferansında alınan kararlar ve anlaşmalar riskler içermekteydi. çünkü bu kararlar karşılıklı tavizler üzerine kurulmuştu ve bu üç lider arasındaki hassas ittifaka dayalıydı. yine de müzakerelerin sonuna gelindiğinde herkes halinden memnundu. o akşam delegeler milletlerarası dostluğa ve tüm insanlık için barış üzerine kadeh kaldırdı.

    ancak bu iyi dilekler çok uzun sürmeyecekti. bu üç müttefik arasında sağlanan mutabakat çok geçmeden parçalanacaktı. bu parçalanma konferansın bitiminden sadece üç ay hafta sonra gerçekleşecekti. bu mutabakatı ilk bozan stalin olmuştu. kızıl ordun halen romanya’ya hakim iken el altından komünistlerin ülkeyi ele geçirerek yönetime el koyduğu bir isyan organize etti. polonya’da ise ne zaman müttefikler anlaşma çerçevesinde hükümete katılması gereken komünist olmayan bir bakan adayı öne sürse stalin çeşitli gerekçelerle bu adayı reddediyordu. bu gelişmeler üzerine roosevelt hayal kırıklığını çevresine defalarca dile getirmiştir. roosevelt, savaş boyunca iyi ilişkiler kurduğu ve tanıdığını zannettiği stalin’in, savaştan sonra gerçek yüzünü görmüştü. stalin’in bu hamleleri üzerine 29 mart 1945 tarihinde roosevelt sovyet lidere açıklama talep eden uzun bir telgraf yolladı. (telgrafın orijinal metni) telgrafta özet olarak;

    ‘’ yalta konferansında yaptığımız görüşmeler çok verimli geçmiş ve tüm konularda tam bir mutabakat sağlanmıştır. dünyanın ve bizim beklentimiz, konferansta ulaştığımız politik kararların, özellikle de polonya sorununa ilişkin alınan kararların gerçekleştirilmemesi ve hükümetinizin kayıtsız tutumunu tam olarak anlayamıyorum. bununla birlikte, yalta'daki konferansta en uzun tartışmaların yaşandığı ve acil olarak polonya sorunuyla ilgili kurduğumuz komisyonun hiçbir ilerleme kaydetmediğinin elbette farkındasınız. bunun hükümetinizin kırım kararlarına bıraktığı yorumdan kaynaklandığını hissediyorum.

    her ne kadar öncelikle polonya müzakerelerinin karşılaştığı zorlukları aklımda tutsam da, özgürleşmiş avrupa deklarasyonu'nda yer alan anlaşmamızın diğer kısmını oluşturan ülkelerle ilgili gelişmeleri de takip etmekteyiz. romanya'daki son gelişmelerin neden bu anlaşmanın şartlarına uymadığını irdelememiz gerektiğini düşünüyor ve bu konuda hükümetlerimiz arasındaki yazışmaları incelemek için şahsen zaman bulacağınızı umuyorum.

    son yaşanan gelişmeler ışığında anlaşmanın hükümetlerimizin üzerlerine getirdiği sorumluluklar göz önünde bulundurulduğunda, komisyonun amerikan ve ingilizler tarafından seçilen temsilcilerinin polonya'yı ziyaret etmelerine izin verilmelidir.

    uluslararası işbirliği programımızın başarılı bir şekilde gelişmesi için bu polonyalı sorunun adil ve hızlı bir şekilde çözülmesinin ne kadar önemli olduğunu size iletebilmeyi diliyorum. ‘’

    ancak sovyetler birliği roosevelt’in uyarılarını duymazdan geldi. stalin kendi planını gerçekleştirmeye devam etti ve doğu avrupada komünist rejimler oluşturmaya devam etti. sürgündeki polonya hükümeti sovyetlerin gücünün artık göz ardı edilemez oluşuyla beraber dünya sahnesinden yavaş yavaş silindi. batı'da hizmet etmiş generaller ve üst düzey bürokratlar ingiltere'ye yerleşip kahyalık, fabrika işçiliği v.b işler yaparak hayatlarını devam ettirmek zorunda kaldılar. aslına bakılacak olursa sovyetler birliği kendi topraklarında nükleer testler yapıp avrupayı dümdüz edecek güce ulaşmış ve 2 milyon askerini de sınırda hazır tutunca, ideolojik olarak haklı, ancak haritada etkisiz sürgündeki lehler için kimse dünyayı ateşe atmamıştır. onlar 1989'a kadar bir şekilde ite kaka varlıklarını ingiltere’de sürdürüp polonya'da solidarnosc lech walesa'yı başa getirince kendilerini feshettiler. demir perde çekildikten sonra artık sovyet nüfuz alanına müdahele hele ki stalin döneminde pek mümkün bir şey değildi. teoride bile olmayacak duaya amin demekti.

    roosevelt telgrafı gönderdikten 11 gün sonra öldü. dolayısıyla stalin’in yalta konferansı ve savaştan sonra oluşturduğu demir perde rejimlerini göremedi. churchill ise ülkesinde herkesi şoka uğratarak temmuz 1945'te gerçekleştirilen seçimi kaybetti. bu üç lider uzun zamandır özlenen dünya barışını aslında yaltada sağlayamamıştı. çok geçmeden bir zamanların müttefikleri düşman olacak ve yeni bir savaşa başlayacaktı. bu savaş ise amerika ve sovyetler birliği arasında yaşanacak soğuk savaştı.

  • günümüzdeki modern boksun temellerini oluşturan pugilism, adını latince pugnus yani yumruk kelimesinden alır. çıplak elle yapılan ve geçmişte ingiltere ve avrupa'da oldukça popüler olan bir dövüş sanatıdır.

    pugilism taktik ve hareketleri boksun ana gövdesini oluştursa da modern boksun kurallarına tabi olmadığı için bazı durumlar farklılık oluşturur. örneğin, eldiven olmadığı için, daha baştan guard alınışın değişik karakteri dikkat çeker; kolun biraz daha önde ve başın daha arkada olduğu pozisyonlar söz konusu olur, ki böylece rakibin elinin öldürücü etkilerinden yüzünüzü korumuş olursunuz.

    görsel

    temel yumruk hareketleri:
    1-jab: direkt öne doğru yapılan vuruş.
    2-upper cut: bildiğimiz aparkat, yani yumruk alttan yukarı doğru rakibin çenesine vurulur.
    3-cross: bildiğimiz kroşe, rakibin çenesine sağ veya soldan kanca atar gibi yarı dairesel bir hareketle momentum kazanarak vurulur. bu nedenle hook punch olarak da bilinir.
    4-hammer punch: genellikle rakibin kroşesini, önde tutarak guard almak için kullanılan kol ile arkaya itip savuştururken, diğer yandan öne doğru atılarak ensesine doğru yukarıdan aşağı doğru elin altıyla vurulur. çekiçle vurur gibi yapıldığı için bu adı almıştır.
    5-hay maker: kroşenin momentum kazanmak için guard alınan kol aşağı indirilerek mümkün mertebe güç toplanarak vurulmasıdır.
    6-blind swing: rakibin yaptığı jab hamlesini aşağı doğru hamle yaparak savuştururken aşağıdan açıkta kalan çenesine doğru direkt olarak yapılan vuruştur.
    7-old bare knucking: rakibin boynunu guard alınan kol ile sıkıştırarak diğer kol ile yüzüne vurmaktır. rakip dirsek atarak bu durumdan kurtulabileceği için dikkat etmek gerekir.

    yumruk hareketlerinin haricinde dirsek hareketleri de vardır. bunlar genellikle guard alınan kolun yardımıyla, öne doğru atılan rakibin vuruşunu boşa çıkararak gövdesinin gerisine ya da aşağısına ilişerek dirsekle yapılan hareketlerdir. dirsek aparkatı rakibin aşağısında kalındığında, dirsek çekiç vuruşu ise yukarısında kalındığında atılır, ancak bunda böğüre darbe alma riski oluşur.

    tarihçesine gelince, adını latinceden alır ancak, antik yunan efsanelerinde de pygmachia (yumruk dövüşü) kelimesinin geçtiği bilinmektedir. ayrıca nubia, mısır gibi uygarlıklarda da yumruk dövüşlerinin yapıldığı antik yunan metinlerinde geçmektedir. bununla birlikte antik çağda günümüze ait tekniklerin bulunup bulunmadığı bilinmemektedir. bu nedenle, modern anlamda pugilism tekniklerinin, xvii. yüzyılda ingiltere ve irlanda'da ortaya çıktığı sanılmaktadır. 1700'lü yıllarda belli başlı bazı müsabaka kuralları belirlenerek sokak dövüşünden ayrışmaya başlamış, yere düşen rakibe vurmama gibi düzenlemeler getirilmiştir.

    görsel

    görsel

    bilinen en eski boks haberi 1681 yılında protestant mercury adlı gazetede çıkan ve albemarle dükü'nün ayakçısıyla bir kasabın arasında geçen sokak müsabakasına ilişkindir. daha o dönemlerde insanlar karşılaşmalar için bahis oynamakta ve dövüş yapanların etrafında ortada daire şeklinde bir boşluk bırakarak çember halinde toplanmakta oldukları için, müsabakaların yapıldığı yerlere ring denilir olmuştur. box kelimesi ise yunancada yumruk anlamına gelen pyx kelimesinden gelmektedir; sonuçta pugilism günümüzde artık eldivenle yapılan boks sporunun atasıdır.

    görsel

    bilinen en eski pugilism şampiyonu james figg adlı boksördür ve 1719'dan 1730 yılına kadar bu ünvanı elinde tutmuştur. diğer ünlü pugilism şampiyonları jack broughton, elizabeth wilkinson, daniel mendoza, jem belcher, hen pearce, john gully, tom cribb, tom spring, jem ward, james burke, william bendigo thompson, ben caunt, william perry, tom sayers ve jem mace olarak sıralanabilir. james figg aynı zamanda müsabakaları bir turnuvaya dönüştürerek organizasyon haline getiren ilk kişidir. jack broughton ise pugilism müsabakaları için belli kurallar koyan ilk kişi olmuş ve 1838 yılına kadar bu kurallar geçerli kalmıştır. 1838 yılında ise resmi müsabakalar yapılmaya başlanarak daha modern kurallar konulmuştur. 1889 yılında son ağır siklet eldivensiz boks karşılaşmaları yapılmış ve son resmi şampiyon irlanda asıllı amerikalı boksör john lawrence sullivan olmuştur. takip eden yıllarda yeni kurallar getirilmiş ve müsabakalarda eldiven kullanılan günümüzdeki boks sporu yaygınlaşmıştır.

    https://upload.wikimedia.org/…a/john_l_sullivan.jpg