hesabın var mı? giriş yap

  • britanya'ya olan bakışım değişti. sağlak olanlar ingiliz, solak olanlar galli mi? nasıl oluyor?

    koskoca ingiliz milli takımı yirmi yıldır bir tane sol açık çıkaramazken, galler nasıl oluyor da sadece efsane yahut efsane potansiyeli olan sol açıklar çıkarabiliyor?

    giggs, milli takımı bıraktığı için cm oyunlarının doğası gereği tekrar bir galli efsane sol kanat oyuncusu yetişiyor gibi. galler takımında başka mevkilerde yıldız yokken sadece sol ön oyuncusu yetişiyor. ingiliz milli takımına ise bir türlü ideal, idare eder, bir sol ön oyuncusu bulunamıyor.

    aksan falan anlamam, kafa kağıdında yazana aldanmam, bir britanyalı'nın galli mi yoksa ingiliz mi olduğunu anlamak için topu sol ayağına atarım. soluyla önüne alıyor driplinge başlıyorsa galli, sol ayağı tahta olduğu için topu sağıyla tutmaya çalışıyorsa ingiliz, topu atana kadar bile beklemeyip bira içmeye gittiyse irlandalı, topu karşılamayıp aval aval bakıp çimlerde gezmeye başlıyorsa iskoç... kardeş burada arazi fiyatları kaçtan başlıyor diye soruyorsa türk.

  • gol sonrasi sevinci cok itici. evet. deplasmanda rakibi susturuyor ve ronaldo'nun hareketini aynen kopyaliyor.
    gozlerimiz 4-5 gol gerideyken deplasmanda gol atip rakibe sus isareti yapan pembe yanakli kezban tuncay sanli'yi ariyor.

  • kaleciliğini falan geçtim can adamdır.
    antalya'da akdeniz üniversitesi'ndeki maçtan sonra omuzumdaki oğlum uzaktan takım otobüsüne bakıp el sallarken, bize aşağıya iniyorum diye işaret etmiş, sonrasında yanımıza gelmiş, çocuğu kucağına almış, fotoğraf çektirmiştir.
    yüzündeki o gülümseme asla sahte değildir.

  • abdülkerim: aynı şeyleri söylüyoruz. niye birbirimize bağırıyoruz ki???

    sdfsdlkhfkjsdfhks

  • bu yazıyı hangi başlığa yazacağımı uzun uzun düşündüm. çünkü ben ne kurumsal hayatını yurt dışına taşımış başarılı bir çalışanım ne de yeni bir yere gidip orada başka bir yaşam mücadelesi içinde olan biriyim. benim hikayem artık hiçbir yere kök salmayan biri olarak biraz daha farklı.

    dört sene öncesine kadar istanbul'da güzel bir ofiste mimarlık yapıyordum. bilen bilir, mimarlık demek bütün hayatın iş demek. gecem gündüzüm işti. sıkıntılı bir ilişkim vardı ve bu yoğun tempoda vakit buldukça yaptığım şeyler de hiç içimi açmıyordu. ne arkadaş sohbeti, ne bir tatil ne de başka bir şey bana iyi gelmiyordu. görünürde evet arkadaşlarım, işim, ailem konusunda bir sıkıntı yoktu ama içimde bir türlü dolduramadığım korkunç bir boşluk vardı.

    neyse.. hayat böyle dışarıdan cazip içeriden döküntü bir biçimde ilerlerken bir de üstüne vücudumda korkunç ağrılar oluyordu. kafamda da sürekli işle, özel hayatımla ilgili bir şeyler dönüyordu.

    işte tam da bu noktada hayatımı 180 derece değiştiren şey oldu: başta az olan vaktimde ağrılarımı azaltmak adına pilates ve yoga yapmaya başladım evde. özellikle yoga yaparken hayatımda daha önce hiçbir konuda bu kadar disiplinli konsantrasyon sağladığımı hatırlamıyorum. üstüne bir de yoganın fiziki anlamındaki iyileştiri yönü olması bende daha ağır bastı ve biraz daha vakit yaratıp yoga kursuna katılmaya başladım. hem ağrılarıma çok iyi geliyordu hem de inanılmaz bir sakinleştirici gücü vardı. yogaya olan ilgim problemlerime ayırdığım vakti silip süpürüyordu. daha az şeyi dert eder olmuştum, ağrılarım azalmıştı, güzel vakit geçirip ruhumu ve bedenimi doyurduğumu hissedebiliyordum. gün geçtikçe bu bendeki yoga aşkı daha da artmaya başladı, katıldığım kurs bitti, eğitmenlik sertifikası aldım.

    derken hayatım resmen bıçak gibi ikiye bölünmüştü.. bir yanda rutin hayatımın yarattığı yorgun ruhun olduğu bir taraf bir diğer yanda ise yoga yaptığım vakitlerdeki dingin ve bambaşka bir insanın olduğu taraf vardı. artık kendimi ikisini bir arada götürmekten ziyade bir seçim yapmaya zorlanmış gibi hissediyordum. daha çok araştırdım ve yogayla birlikte hem zihnen hem de fiziken gidebileceğim en uç noktaları araştırdım. iş gittikçe daha da cazip hale geldi ve seçimimi yaptım: beni tek bir yere bağlayan her şeyle olan bağımı kestim ve ruhumu özgür bıraktım. kendimi ilk bulduğum yer ubud oldu.

    bu uzun süren plandan sonra döndüğümde ise her şey hayatımda tamamen değişti. sadece iyi hissetmek adına yaptığım şeylerle dolu bir dünya yarattım kendime. şimdilerdeyse hiçbir yerde kalıcı değilim, birkaç sene sonra nerede olacağımı bilmiyorum, yarın işe gitmeden önce ne giyeceğimi düşünmüyorum, bir dönem beni dibe çeken özel hayatımda yaşadığım o sıkıntıları sanki hayatımın hiçbir döneminde yaşamamışım gibi hissediyorum. bir yerde düzen kurmaktan ziyade kendime katabileceğim güzelliklerin peşindeyim. yarını belirsiz bir heyecanla o an bana ne iyi gelecekse onun peşindeyim. ruhumu ve bedenimi iyileştirmek için yaptığım bütün bu seyahatlerin, yeni insanlarla tanışmanın ötesinde önemli olansa artık dünyaya baktığım yer.

    inanın dünya sadece sizin bakışınızla şekilleniyor. iş, aşk, para, arkadaşlar, bir yere kök salma merakı sizi gerçekten mutlu etmiyorsa sorgulamaktan çekinmeyin. cesur davranın. bakarsınız bir gün gözünüzü hep hayalini kurduğunuz 'dünya'nızda açarsınız!

  • jean michael seri'yi kötüleyeceksiniz bari fulham denen çöplük takım üzerinden yapmayın. adamlar geçen yıl 3 tane hoca değişikliğine gitti. üstelik o kadar kötü kadro kurulmuştu ki sonradan alınan babel bile bu takımda fark yarattı.

    sezona slavisa jokanovic ile başladılar. daha 10 hafta dolmadan paketlendi ve yerine raineri geldi. ligin son 10 haftası kaldığında da raineri'nin yerine 8 yıl fulham forması giyen scott parker'ı hoca yaptılar.

    takım championship'den bile zaten zar zor premier lige çıkmıştı ve slavisa jokanovic ile devam kararı aldılar. championship'te 1. olup direk yükselen wolwes'in tam 11 puan gerisinde 3. olan bir takımdı fulham. bu kadar sıkıntılı kadroya sadece jean michael seri alıp sanırım premier ligde kalınmayı beklemiyorsunuz. sonuç olarak fulham kadro mühendisliği sorunlu bir takımdı. üstelik premier lige yükseldiklerinde de kadroya ciddi derecede takviye yapmadılar. sonuç olarak premier ligde barınamadılar. üstelik takım hem kötü oynuyor hem de leblebi gibi gol yiyordu. fulham premier ligin en çok gol yiyen ve en az gol atan takımıydı. zaten böyle leblebi gibi gol yiyen bir takımın hücumu hiç bir zaman düzelmez çünkü arkayı sağlama almadıktan sonra istediğin kadar gol at. -47 averaj ile küme düşen bir takımda elbette bencil oyuncular değerine değer katardı. ama jean michael seri o bencillikte bir adam değil. o yüzden de fulham macerasını çok fazla kıyaslamamak lazım. hastalığı ya da başka etkenlerde bu konuda çok etkili olmamıştır. bozuk meyvelerin arasına sağlam meyveyi de koyarsanız sağlam meyvede bozulur. fulham'ın geçen yıl ki çöp kadrosuna messi'yi koysanız yine fark yaratamazdı. çünkü fulham izleyenleri kabız eden kötü bir takımdı.

    jean michael seri'nin en iyi dönemi de belhanda ile beraber oynadığı 2016-2017 sezonuydu. belhanda ile beraber 10 gol 14 asist yaptı. iyi de bir ikili oluşturmuşlardı. ikisi de birbirlerine iyi ikame eden oyuncular. o yüzden jean michael seri'nin belhanda ile orta saha da çok iyi oynayacağını düşünüyorum. ayrıca orta sahaya bu iki oyuncunun arkasına mutlaka süpürücü bir defansif orta saha lazım. iki oyuncu da oynadıkları mevki itibari ile çok top kaybı yapacaklar. arkalarını toplayacak bir oyuncuya ihtiyaç var. burada ki arkadaşlar bu adamı fernando ya da yaya toure tarzı bir orta saha zannetmesin. bu adam ofansif orta sahadır.

  • skordan bağımsız belki de abartıyorum bilmiyorum ama bütün sporcularımız çok güzel değil mi? yani fiziksel güzellikten bahsetmiyorum, hepsinin yüzüne bakınca “ne kadar iyi bir insana benziyor” diyorum içimden istisnasız. hareketlerde, mimiklerde en ufak bir kibir, kendini beğenmişlik hissetmiyorum. birbiriyle olan iletişimlerine baktığımda o kadar samimi ki kimseyi birbirinden ayırt edemiyorum. takım olmak, aynı hedefe bütün olarak yürümek bu olsa gerek. gerçekten skordan bağımsız gurur duyuyorum. şu pazar sabahı ekstra duygulanmış bile olabilirim.

  • azeri spiker 4-0 dan sonra hem yarmış hem düşündürmüştür: bu türkiye süperligası değil ki hakeme itiraz edesan...

  • çizgi roman ve çizgi filmlerde görülen sembollerin bir ismi varmış ve bu eğlenceli isimleri karikatürist mort walker, dünya çapındaki karikatürleri araştırarak koymuş.

    briffit: bir karakterin hızla kaçarken oluşturduğu toz bulutudur.

    plewds: bir karakter baskı altındayken yüzünde oluşan ter damlalarıdır.

    grawlix: küfür kelimelerinin yerine geçen “#@*%” gibi sembollerdir.

    agitron: titreyen bir nesnenin ya da kişinin etrafındaki dalgalı çizgilerdir.

    emanata: şok veya sürprizi belirtmek için başın etrafındaki çizgilerdir.

    soldrad: ampul veya güneş gibi parlak bir şeyden yayılan çizgilerdir.

    squeans: sarhoşluğu, baş dönmesini veya alınan darbeyi simgeleyen küçük yıldızlardır.

    blurgits: bir karakterin hareketli uzuvlarının sonrasında çizilen kavisli çizgilerdir.

    * j.r.r. tolkien yoktan dil yaratsa beğenirsiniz. çizgi romancı karikatürist abimiz 3-5 kelime atmış ortaya, kimse hatırlamıyor adamı.