• kulağakaçan böceğinin ingilizce karşılığı.
  • lucile hadzihalilovic'in yeni projesi olacak gerilim filmi.

    --- spoiler ---

    liège. the 1930s. albert (50) is employed to look after 12-year-old mia. his most important task is to see to her ice dentures, which have to be changed several times a day. they live alone in a large apartment: the shutters are always drawn, mia never leaves and day follows day in an unchanging ritual. every week, the telephone rings and a male voice questions albert about the girl’s wellbeing. every week albert responds with the same answers until one day the voice tells albert he'll have to bring the girl to paris. devastated, alberts world slowly unravels around him.

    --- spoiler ---
  • filmden ne anladığımı yazacağım sadece:

    --- spoiler ---

    2. dünya savaşı sonrası her şeyini kaybetmiş albert "hegemon güç" tarafından inisiye edildikten sonra "benliğini" de teslim etmiştir. savaş sırasında doğan çocuğunu, belki çok sevdiği karısının ölümüne neden olduğundan, belki de çocuğun kendinden olduğundan şüphe ettiği için kabul etmemektedir.

    çocuk dişsizdir, kalıplara dökülen salyasıyla buzdan diş yapılmaktadır kendiaine. yani babaya, baba dolayısıyla da egemen güce bağımlıdır. çocukta bir nevi inisiasyondan geçmektedir.

    bu arada çocuğun giydiği kırmızı ceket bende schindler list'teki kız çocuğunu çağrıştırdı.

    celeste bir barda çalışmaktadır. filmde (bence) şeytan olarak konumlandırılmak istenen, aslında muktedirin bir temsili olan, filmin sonunda "doktor" olduğunu anlayacağımız karakterle albert'ın kavgasında yüzünden yaralanır. burada celeste ya hiroshima mon amour'daki elle gibi bi konumda bulunduğu için "cezalandırılmakta" ya da 2. dünya savaşının yıkıcı etkisinden "tüm insanlar" etkilendi denmek için yüzü deforme edilmekte. celeste bu arada göksel, tanrısal anlamına gelmekte. yüzüne kırık cam şişesinin saplanması bir meleğin kanadının kırılması gibi okunabilir, şeytan yüzünden.

    celesteyi sonraki sahnelerde "zengin" bir adamın sahiplendiğini ve ona afyon verdiğini görüyoruz. celesteyi hastaneden çıkmadan önce damızlık bir inek gibi kontrol ettiği gösteriliyor. bu da farklı bi noktada biraz uç devlet pozitivizminin insanları işe yarar veya yaramaz olarak sınıflandırmasının temsili.

    mia aksına dönersek, ilk dışarı çıktığında kendi "benliği" ile sudaki yansıması ile karşılaşması bayılmasına neden olmuştu. bu tetikleyici olaydan sonra mia ne kadar bağımlı olsa da "sanki" narkissos gibi kendi varoluşuna içgüdüsel olarak sahip çıkmaya başlamıştır. bir evin bir odasına kapatılmayı kabullenmemiştir ve en nihayetinde ona reva görülen buzdan dişler artık ağzına oturmamaya başlamıştır. bunun üzerine sistem ona kalıcı ama asla dayanıklı olmayan camdan dişler takmıştır. yani sistem çocukluktan itibaren herkesi hizaya çekmektedir.

    örneğin: albert çocukluğunun geçtiği evde annesini ve bardaklarını rüyalarında bile görmesine rağmen. devleti temsil eden saray resminde bir kundakta terkedildiği sanrısını görmekte. belki gerçekten de böyle olmuştur geldiği nokta da kendi açısından değişen hiçbir şey olmadığı gibi devlet açısından bireyin ailevi bağlarının zaten hiçbir zaman önemi olmamıştır.

    buradan filmin sonundaki celeste albert özdeşleşmesine geliyoruz. filmi otorite ve birey diye iki karakter üzerinden aktığını "vehmedersek" birey karakterinin anima/animüs'ü celeste/albert olmuş oluyor. otoritenin aldığı kararlarla altüst olmuş, "kulağına fısıldadıklarıyla" benliğini tamamen yitirmiş, itaatkar bir birey portesi kalıyor elimizde.

    mia mı? mia çoktan sisteme entegre edilerek, devletin istediği gibi bir yetim olarak teslim edildi.
    --- spoiler ---

    başarılı
  • psikolojik gerilim ama germiyor.
    zebercet mimikleri ve havası hoşuma gitti. havada kalmış bir huzursuzluk var ama bir yere oturmuyor da... beğenmedim. çok az diyaloglu bunalım bir şeyler izlemek isteyen baksın geçsin diye düşünüyorum.
hesabın var mı? giriş yap