55498 entry daha
  • “zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
    bende çıkar güneş aydınlığa,
    bir nisan yüzüğü, bir kapı sesi,
    seni hatırlatıyor her zaman bana,
    zeytin ağaçları, söğüt gölgesi”
  • kalabalıkta bu yüzlerin belirişi
    ıslak siyah bir dalda taç yaprakları sanki.
    ezra pound
  • kesik kesik geliyor sesin
    uzaklarda olmadığına emin misin?
    yollar kapalı, gözlerin açık
    aynada gördüğün gerçekten sen misin?

    martılar ve kediler
    son sığınaklarında yok edilmiş fareler
    bir dilim ekmek, biraz peynir
    karşılıklı oturup, yer misin?

    ellerin yüzünde yine
    üzülmen normal ancak yine de nafile
    gitmek çözüm değildir bilirsin de
    "kal" desem, sözünden dönecek misin?

    sorular sana değil aslında kendime
    geceler boyu eşlik eden resmine
    soğuk rüzgarlar yine de üşütmesin diye
    ellerini ellerime istesem, verir misin?

    ***

    şeklinde olanını bırakarak katıldığım eylem.
  • yüzün diyorum bir bir bir bir,
    yüzün diyorum iyi bir gün başlıyor.
    çoktan durmuş gibi bir şeyler orda.
    saatler durmuş, sesler durmuş, savaşlar durmuş.
    ne geç kalma telaşı işçi duraklarında kadınların,
    ne bir köpek havlaması sokaklarda,
    ne de ölü bir çocuk sokulmuş fotoğraflara.
    uyanmayı beklemiş sanki bir dağ yüzyıl boyunca,
    boynunla saçların arasında.

    yüzün bu âlemmiş de sanki
    davud sana gelmiş, musa sana, isa sana.
    salmışsın kendini bir hamağa yatar gibi maviyede.
    gökyüzü sanki senden esinlenmiş,
    zebur senden, tevrat senden, incil senden.
    binlerce renge doğru koşmuş yüzün,
    bilinmez renklere, çizilmez renklere.

    yüzün adsız bir mevsimi kiralamış,
    ne zemheriler gibi soğuk,
    ne kavurgan yazlar gibi sıcak.
    bir bulut kaçmış da göğünden,
    sanki yüzüne konmuş.
    yüzün, koca bir dünyayı
    islatacak, ıslatacak, ıslatacak.

    insan ölmek için yaratıldı korkuya inanma,
    ateşe inanma, suya, havaya inanma,
    aşk bile ölüyor aşka inanma.
    bir ceket al üstüne,
    bir geyiği düşle, bir ağacı hatırla,
    insan düşmek için yaratıldı, kuşlara da inanma.
    sen sıkı sarıl kalbime dünya sandığın yer değil,
    sandığın yer değil en güzel yerin,
    en güzel yerinde değiliz biz bu şiirin.

    yüzün diyorum bir bir bir bir,
    yüzün diyorum huysuz bir yağmur başlıyor.
    olsun, ben böyle yağmurları da severim,
    böyle yağmurlarda büyür insan,
    fırıncılar en güzel ekmekleri çıkarır.
    acısız bir selam verir,
    silinmiş sloganlar içinden duvarlar,
    duyulur en güzel vapurun sesi,
    en güzel trene binilir,
    ve gidilir bir cehennemden bir cehenneme.
    ve adına yolculuk denilir.
    zaten insan bir yolculuk değil midir?

    durdur içinde büyüyen hüsran ordusunu,
    kışla bekçilerini, silah çatanları,
    silahşörleri durdur ve bekle.
    işgal edilmeli yüzün bir deniz kokusuyla,
    çocuklar uçurtma uçurmalı,
    taze çaylar demlenmeli kahvelerde,
    yüzüne taptaze bir sabah gibi bakmalıyım.

    yüzün diyorum kayboluyorum.
    bir kuş bir fili boğuyor sanki, kayboluyorum.
    yükünü boşaltıyor kızıl atlar, kayboluyorum.
    kim bulmuş ki zaten kendini kaybolduğu yerde.
    kim anlamış insanı.
    yüzün diyorum yüzünde memleket telaşı.

    binlerce yoldaşım öldürülmüş,
    binlerce çiçek büyüyor ama hâlâ
    pınar ağaçları, çınar gölgeleri büyüyor,
    büyüyor kar bakışlı bir kadın.
    susamış bir nehir yatağıyla gidiyorum ona,
    ve yüzün diyorum bir bir bir bir
    bir yüzün diyorum,
    yüzüne bir geçiş bulmalıyım.

    irmak eriş
  • "ne cânımda istek var,
    ne gönlümde neşe."
  • gönlüm böyle olsun istemez idi
    sevmeyi sevilmeyi bilmez idi
    cahildi kandı yalan dünyaya
    kucağında bebekle kalıverdi

    bir gül yüzlüyü sevdi deli yürek
    nasıl narin nasıl da ürkek
    koynuna kaçıverdi ansızın
    acılara sarılıp göğüs gererek

    ah aslan oğlan ne diyim sana
    güller sersem de taşlı yollarına
    şükredip sarılacaksın yarine
    yüreğini bırak şefkatli kollarına
  • hayalsizce

    kır saçlı yaşlı garson hanımlar
    gece vakti kafelerde
    vazgeçmişler ondan
    ve ben aydınlık kaldırımlarda
    yürürken bakıyorum da içeri
    huzur evlerinin pencerelerinden,
    gelmemiş o vazgeçtikleri geri.
    banklarda oturan insanların
    oturuş ve bakışlarından anlıyorum
    onun gittiğini.

    araba süren insanlar görüyorum
    ve arabalarını sürüş şekillerinden
    okunuyor ne sevebildikleri
    ne de sevildikleri
    ne de sevişmeyi düşündükleri
    hepsini unutmuşlar
    eski bir film gibi.

    alışveriş merkezlerinde ve
    süpermarketlerde görüyorum
    reyonlarda yürüyen ve
    bir şeyler satın alan insanlar
    ve onların giysilerinin
    üzerlerine oturuşlarından ve
    yürüyüş şekillerinden
    ve suratlarından ve gözlerinden
    anlıyorum hiçbir şeyi
    umursamadıklarını
    ve hiçbir şeyin de umursamadığını
    onları.

    yüz kişi görüyorum günde
    vazgeçmiş
    bütünüyle.

    hipodroma gidersem eğer
    bir müsabakaya veya
    binler görüyorum
    hissetmeyen hiçbir şey
    ve hiçbir his uyandırmayan
    kimsede.

    her yerde görüyorum
    hiçbir şey arzu etmeyenleri
    yiyecekten, kalacak bir yerden ve
    giysinden başka; sadece buna
    odaklanmışlar,
    hayalsizce.

    anlamıyorum neden bu insanlar
    yok olmuyorlar
    anlamıyorum neden bu insanların
    dolmuyor vadeleri
    neden bulutlar
    almıyor canlarını
    ya da neden köpekler
    parçalamıyor onları
    ya da niçin çiçekler ve çocuklar
    öldürmüyor onları,
    anlamıyorum.

    herhalde zaten öldürülmüşler
    ama kabullenemiyorum
    bu kadar çok
    sayıda olmalarını.

    her gün,
    her gece,
    artıyor sayıları
    metrolarda ve
    binalarda ve
    parklarda

    kanları donmuyor
    sevmiyorlar
    ya da
    sevilmiyorlar diye

    çok fazla
    çok fazla sayıda
    benim türümden

    yaratıklar.

    (bkz: charles bukowski)
    (bkz: dreamlessly)
  • --kar yağarken pencere--

    dilinin ucunda ne varsa insanın
    işte ben ona inandım.
    yavru bir kuşun daha ilk denemesinde
    tutunmaya çalışması gibi göğe
    ne bulduysam abandım
    ve uça uça
    karasular indi kanatlarıma

    oysa bütün insanlar eşittir direksiyon başında
    ama biri var ki şimdi yok aramızda
    huzur yazıp da bulamayan tanpınar
    inleyip duruyor narmanlı handa

    dünya tuhaf değil mi
    kızarmış ekmeğe tereyağ sürer gibi
    çocuklar yetiştiriyoruz ölmesi için.
    bir istek ki dövüp duruyor bizi
    oynaşıp duruyor bizi
    oynaşıp duruyoruz kapkaranlık sularda
    kirletmek için o bembeyaz gömleği

    dizlerinden vurulmuş bir adam ki o benim
    ne kadar benziyorum emekleyen çocuğa
    bir anda yıkılıyor cana yakın ne varsa
    yemeğin etini seçmek gibi mesela.

    dünyanın soluğudur kar yağarken pencere
    silinen bir vazoya tozun konması gibi
    ey dokunma duygusu
    sensin bu bahçenin sahibi.

    kar tutmuyor artık şehirleri nedense
    sesini teybe çekip sonra da beğenmeyen
    her kimse;
    ona benzetiyorum ben, bu tuhaf ilişkiyi.
    ki insan mütercimdir, kalbindeki o şeyi
    metal tadı olsa da ısırdığı her şeyde
    çevirip durur kendi dilince.

    ve kaybolunca kapının anahtarı
    duvarla kardeş olur güzelim kapı.

    i. tenekeci
  • türküler dolusu

    kirazın derisinin altında kiraz,
    narın içinde nar,
    benim yüreğimde boylu boyunca
    memleketim var.
    canıma ciğerimedek işlemiş
    canıma ciğerime,
    sapına kadar.
    elma dalından uzağa düşmez,
    ne yana gitsem nafile.
    memleketin hali gözümden gitmez
    binbir yerimden bağlanmışım,
    bundan ötesine aklım ermez.

    yerliyim yerli olmasına
    ilmik ilmik, damar damar
    yerliyim.
    bir dilim trabzon peyniri,
    bir avuç tiftik,
    bir çimdik çavdar,
    bir tutam şile bezi gibi,
    dişimden tırnağıma kadar
    ressamım.
    yurdumun taşından toprağından
    sürüp gelir nakışlarım,

    taşıma toprağıma toz konduranın
    alnını karışlarım.
    şairim şair olmasına,
    canım kurban şiirin gerçeğine, hasına.
    içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum,
    bıçak gibi kemiğe dayansın yeter,
    eğri büğrü, kör topal kabulüm.
    şairim,
    zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
    ayak seslerinden tanırım.
    ne zaman bir köy türküsü duysam,
    şairliğimden utanırım.
    şairim,
    şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum,
    türkülerle yunmuş yıkanmış dilim,
    onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.

    hey hey, yine de hey hey,
    salınsın türküler bir uçtan bir uca,
    evelallah hepsinde varım,
    onlar kadar sahici,
    onlar kadar gerçek,
    insancasına, erkekçesine,
    bana bir bardak su dercesine,
    bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

    ah bu türküler,
    türkülerimiz,
    ana südü gibi candan,
    ana südü gibi temiz.
    türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
    köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
    ah bu türküler, köy türküleri,
    dilimizin tuzu biberi,
    memleket ahvalini onlardan sor,
    kitaplarda değil, türkülerde ara yemen'i,
    öleni, kalanı, gidip gelmeyeni..
    ben türkülerden aldım haberi.
    ah bu türküler, köy türküleri,
    mis gibi insan kokar mis gibi toprak,
    hilesiz hurdasız, çırıl çıplak,
    dişisi dişi, erkeği erkek,
    kaşı kaş gözü göz yarası yara,
    bıçağı bıçak.
    ah bu türküler, köy türküleri,
    karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi,
    kiminin reyhasından geçilmez,
    kimi zehir kimi zemberek gibi.

    ah bu türküler, köy türküleri,
    olgun bir karpuz gibi yarılır içim,
    kan damlar ucundan, mürekkep değil.
    işte söz, işte ses, işte biçim:
    uzun kavak gıcım gıcım gıcılar
    iliklerine kadar işlemiş sızı,
    artık iflah olmaz bu kavak ağacı,
    bu türkünün yüreğinde sancı var.

    ah bu türküler, köy türküleri,
    ne düzeni belli, ne yazanı,
    altlarında imza yok ama
    içlerinde yürek var.
    cennet misali sevişen,
    cehennemler gibi dövüşen,
    bir çocuk gibi gülüp
    mağaralar gibi inleyen.
    nasıl unutur nasıl
    ömründe bir defa
    kâzım'ın türküsünü dinleyen.

    (bkz: bedri rahmi eyüboğlu)
  • birkaç üzüm tanesiymiş hâtıram,
    birkaç kelâm fidesi.
    rüzgâr sert esiyormuş
    yüzümün sana bakan çizgilerinde.
    biraz miktarımmış beyaz ve mâsum,
    biraz gözlerim.
    gözlerimde tutukluymuş ıstırap.
    salıverdiğimde gözyaşlarımı
    özgürlüğe kavuşurmuş acılar

    nurullah genç
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap